“KAHROLSUN AMERİKA” SLOGANI, BİZZAT AMERİKA HALKINI KURTARACAKTIR


Ünlü Rus filozofuna göre, “Kahrolsun Amerika” sloganı Amerika halkının kendisini korumakta ve onları Amerika’nın politik hegemonyasından kurtarmaktadır. İslam İnkılabı Rehberinin Batılı gençlere yazdığı mektup, Batının nasıl tedavi edilebilineceğini hedeflemektedir.

Tesnim Haber Ajansı - Bu günlerde Tahran’da ziyarette bulunan Aleksander Dugin, son yıllarda sıkça gündeme gelen ve hatta Putin’in akıl hocası olarak kendisinden söz ettiren bir isim. Dugin, birçok kez İran’a gelmiş ve üniversitelilerle, insani bilimler araştırmacılarıyla görüşerek karşılıklı bilgi alışverişinde bulunmuştur. Yaklaşık iki ay önce Vladimir Putin İran’ı ziyaret etmişti. Bu ziyaret, Rusya ve İran’ın aşırıcılığa karşı mücadele için ortak hedefleri takip ettikleri bir sırada gerçekleşti. Şimdi ise Rusya’nın perde arkasındaki adamı olarak adlandırılan ve devlet başkanı ve Rus bilim adamları üzerinde oldukça etkili bir isim Tahran’da bulunuyor. Öyle ki Putin 2013 yılından buyana iç ve dış politikada onun (Dugin) ideolojisi çerçevesinde tutumlarını temellendirerek Doğu ile işbirliği ve Batı politikalarına karşı koyma üzerinde odaklanmıştır.

Politikanın Dördüncü Kuramı adlı eserin yazarı, Rusya devlet başkanı üzerinde o denli bir etki bırakmış  ki konuşmalarında defalarca Dugin’in sevdiği ‘muhafazakârlık ve yeni Rusya’ ibaresini kullanmıştır. Bu politika, 54 yaşındaki Rus filozofun Avrasyacılık olarak gündeme getirdiği politikadır. Bu politik ideye göre, Rusya’nın bakışı Batı yerine, Doğuyla, özellikle geçmişte Sovyetler Birliğinin üyesi olan ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesine odaklanmalıdır. Dugin’in teorisinde İran’la ilişki için önemli bir yer göz önünde tutulmuştur. Her ne kadar İran Avrasya yakınlaşmasında hesap edilmese de fakat Dugin’e göre Rusya’nın dünya ülkeleri arasında önemli bir ortağı ve müttefikidir. Dugin, Nadır Talibzade ile röportajında İran’a duyduğu ilgi ve kendi faaliyetleri hakkında şöyle diyor: “Benim geçen 20 yılda yapmış olduğum iş, Rusya içinde İran’ı savunmak olmuştur. İran Rusya için jeopolitik öneme sahip oldukça mühim bir ülke ve ortaktır. O nedenle ben İran’ın siyasi tutumlarının kayıtsız ve şartsız savunucusuyum.” Bir zamanlar KGB’nin üyesi olmuş olan milliyetçi filozofun şimdi Rusya politikalarının belirlenmesinde önemli taşlardan biri olduğu ve Batıya karşı İran’la işbirliğine özel bir ilgi duyduğu görülmektedir. Bununla birlikte, Dugin’i aşırılıkla itham eden ve mutabakat sonrası bazı Batılı ülkelerle ilişkileri iyileşmeye başlandığı bir sırada İran’da bulunmasını içine sindirmeyen kuyu muhalifleri de vardır.

İşte Tesnim Haber Ajansı’nın Aleksander Dugin’le yaptığı detaylı söyleşi

THA: Sayın Dugin, isterseniz söyleşinin ilk sorusu için bu günlerin en önemli haberlerinden biriyle başlayalım. Siz, Beşşar Esad’ın yanında yer alan ve Suriye’nin tekfirci ve terörist güçlerin belasından kurtulması için bu ülkenin halkına yardım eden bir ülkenin vatandaşı olarak burada bulunmaktasınız. Neden Suriye halk güçleriyle, Hizbullah’la, İranlı, Afganistanlı vs. Gibi gönüllü güçlerle birlikte Rusya da bu mücadelede yer aldı? Bu savunma hakkında görüşünüz nedir?

Suriye’de iki mesele Rusya’yı ilgilendirmektedir. Birincisi ve bu meselelerin en önemlisi, hegemonik konumunu genişletmek ve korumak için çabalayan ABD’dir. Arap bölgelerini harabeye çevirmek için Arap baharının tebliğini yapıyorlar. Yine dolaylı olarak İslam’ın radikal bir şeklini himaye etmekteler. Keza bütün çabalarını, az çok Rusya ile dostane ilişkileri bulunan ülkeler üzerinde yoğunlaştırmış buluyorlar.

Rusya her zaman Ortadoğu’da bazı gurupları ve inançları destekleme çabası içinde olmuştur. Ebette bu etki 90’larda kesildi ve biz bunun davam etme çabasını veriyoruz. Suriye’de meşru devlet başkanı olarak Beşşar Esad’a karşı bu saldırılar gerçekleştikten sonra, Ortadoğu politikalarında kendi rolünü oynamak istediğini gösteren davranışların ABD tarafından sergilendiğine tanık olduk. Biz bu politikalara karşı tepkimizi ortaya koyduk ancak bunun kenarında ABD’nin isteklerini takip eden ve onları korumak için çaba veren güçlerle karşı karşıya geldik.

Teröristler İçerden İslam’a Saldırıyorlar; Onlar Müslüman Değil

Bu guruplar her tarafta bize saldırıyor ve onları radikal İslam adıyla tanıtıyorlar. Bunlar Müslüman değiller, Suudi Arabistan tarafından ortaya çıkarılan ve ABD’nin bölgedeki politikalarına karşı olacak her türlü hareketin aleyhinde harekete geçen selefi ve vahhabi guruplardır. Bu guruplar, Arap ülkelerine, Şiilere ve Rusya’yı destekleyen devletlere saldırıyorlar. Hakeza içerden de İslam’a saldırıyorlar, çünkü onlar hakiki İslam değiller, radikal İslamcıdırlar.

Suriye’de Teröristlere Verdiğimiz Yanıt İran Ve Hizbullah İle Aynı İstikamettedir

Onlar bizim sorunumuzdur ve eğer Suriye’de bu mücadelede yer alamazsak aynı gelişme Afganistan, Kırgızistan, Orta Asya ve diğer bölgelerde de tekrarlanacaktır. Putin son savaşı başka bir yerde değil, Suriye’de yapmayı tercih etmiştir. Biz, Suriye’de teröristlere verdiğimiz yanıtın İran ve Hizbullah ile aynı cihette olduğu sonucuna varmış bulunuyoruz.

Ortak düşmanlarımızın olduğu ve her yerde de ortak hedeflerimizin bulunduğunu net bir şekilde görüyorum. Orta Asya, Kırgızistan, Ortadoğu vs. gibi bölgeler, hakkında ortak bir bakışı paylaştığımız bölgelerdir. Bizim ortak düşmanlarımız ve ortak isteklerimiz var. Birbirimize karşı olmayı gerektirecek hiçbir şeyimiz yok. Ebette tarihte İran ve Rusya arasında karşılıklı ihtilafların ve çatışmaların yaşandığını kabul ediyoruz fakat şu an biz ideolojik ve jeopolitik açıdan ittifak halindeyiz ve birbirimizin müttefiki olma konumuna gelmiş bulunuyoruz.

Şu anki şartların oldukça önemli olduğunu ve bu taktiksel ittifakın gittikçe stratejikleştiğini düşünüyorum. Hâlihazırda bir gurubun bu ilişkinin ilerlemesini istediği özel bir süreçteyiz. Bir süre önce Sayın Ali Ekber Velayeti Rusya’ya gelmişlerdi ve orada birbirimizle sohbet etmiştik. Sohbetlerimiz gösterdi ki birbirimizi daha fazla anlamaya ihtiyacımız var ve bu karşılıklı anlayış, ilgiler üzerinden daha iyi şekillenebilir.

Suriye’nin bizim için bir fırsatın kapısını açtığı kanasındayım, çünkü ABD adında büyük bir şeytanla karşı karşıyayız. Eğer onlar size saldırırsa bize saldırmış gibiler, buda gösteriyor ki bu savaş stratejik bir savaştır.

Halep’te Zafer Bir Ya Da İki Ay Sonra Gerçekleşecektir

THA: Dile getirdiğiniz koşulları göz önüne alırsak Suriye’nin geleceği için öngörünüz nedir?

Her şeyden önce Suriye şartları iyice netleşmesi gerekir. Suriye’de çeşitli guruplar bulunmaktadır. Bazıları, Suriye yönetimine muhalif guruplar arasında normal şartlara sahip olan gurupların varlığından söz ediyor fakat öyle değil, onlar selefi ve aşırıdırlar. Biz Kürtlerle de konuşabiliriz, çünkü onlar bize saldırmazlar. Onların kendine göre motivasyonu, hedefi var ve biz onlarla da konuşabiliriz.

Suriye Ordusu Bazen Mücadelede Tereddüde Düşmektedir Ama Biz Mücadele İçin Oldukça Azimliyiz

Elbette belirtmeliyim ki bu, ABD için bir yenilgi ve Rusya ve müttefikleri içinse bir zaferdir. Bana göre, Halep kuşatması devam edecek, askeri operasyon önümüzdeki bir veya iki ayda Hizbullah ve İranlı danışmanlar eşliğinde zafere ulaşacaktır. Bunlar sahadaki en önemli güçlerdir. Beşşar Esad’ın askeri güçleri bazı durumlarda tereddüde düşüyorlar, çünkü bunun bir iç savaş olduğunu tasavvur ediyorlar. Ama o teröristler bizim için düşmandırlar ve daha fazla bir azimle kendileriyle mücadele ediyoruz.

Barış Müzakereleri Teröristlerin Konumunu Sabitleştirir Ve Suriye’yi Parçalar

Bu birkaç ay geçerse Suriye’nin bütün topraklarını kontrol altına alabiliriz. Suriye’nin kuzeyi şu anda IŞİD’in kontrolünde. Sadece birkaç tane önemli ve stratejik nokta daha var ve onlar yenilgi koşullarında bulunuyorlar. Zor şartlardır ama eğer ilerlersek kesinlikle başaracağız. Şu anda başka bir sorun daha var. Hâlihazırda üçüncü bir savaş söz konusudur. Bu savaş, ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve onlarla birlikte hareket eden ülkelerin savaşıdır. O nedenle de iki yol belirmişti. Bir süre önce Henry Kissinger, Putin’i anlaşmalara bağlı kalıp askeri operasyonları durdurma konusunda ikna etmek için Moskova’ya gelmişti. Zira operasyonlarımıza devam etmemiz halinde onlar her şeyi elden verecektir. Bu nedenle, bizi durdurmak istiyorlar. Rus liberallerde hükümetin mülahazalarına karşı duruyorlar. Onlar, Putin’i durdurup barış müzakerelerini başlatmaya ikna etmek için sürekli çalıma halindeler. Fakat bu barış müzakereleri, bu şartlar ve durum teröristlerin kontrolündeki bölgeleri kalıcı hale getirir ve hızla Suriye’yi parçalanmaya götürecektir.

Bizim kesinlikle barışa ihtiyacımız var ama barış görüşmelerine ihtiyacımız yoktur. Bizim bu savaştan galip çıkarak yasal devlet başkanının konumunu Suriye’de, siyaset, demokrasi ve barış gibi bütün boyutlarda yeniden kurmaya ihtiyacımız var. Müzakerelerin sonuç almadan önce değil, bizim zaferimizden sonra şekilleneceğini dikkate almak gerekir. Suudi Arabistan ve Türkiye, Suriye’ye askeri müdahaleden söz ediyorlar. Diğer taraftan Washington da askeri müdahaleyi öne çıkarmıştır.

ABD Hiçbir Zaman Doğrudan Suriye Savaşına Girmeyecektir

Suudi Arabistan ve Türkiye’nin bu savaşta hezimete uğrayacakları öngörülmektedir. Hatta eğer ABD bu meseleye müdahil olsa bile, eğer biz kendi işimize davam edersek kazanacağız. Elbette Türkiye ve Suudi Arabistan’ın yenilgiye uğraması halinde bu ülkelerde hızla iç problemlerin ve dâhili savaşların çıkması gibi başka şartların da oluşması öngörülmektedir. Eğer Suudiler Suriye’yi kaybeder ve Rusya ile savaşta yenilirse bölünmeyle karşılaşırlar, çünkü onların toplumsal sorunları oldukça fazladır. Benzer bir gelişme de Türkiye’de yaşanacaktır. Diğer bir nokta ise şudur; eğer savaş bu şekilde ilerlerse, Rusya’nın işin içinde olması nedeniyle ABD asla savaşa doğrudan girmeyecektir. Girmesi halinde, Rusya ve müttefikleri tarafından yenilgiye uğrayacaktır. Onlar, Kremlin’deki Rus yönetiminin gelecekte nasıl bir girişimde bulunmasından korkuyorlar.

Tahran’da Alınan Kararlar Suriye Geleceği Üzerinde Oldukça Etkili Olacaktır

Elbette bu gelişmelerin bir kişinin kararıyla ilgisi yoktur. Ortamı analiz ederek meseleyi yeniden açıklamak gerekir. Biz burada biraz Ukrayna’yı anımsatan benzer koşullara tanık olmaktayız. ABD taraftarı ve Rus karşıtı çevreler Ukrayna’da darbe yaptıklarında bu ülkeyi ikiye böldüler. Bu ülkenin yarısı, meydana gelen gelişmeden memnundular ve bize mülhak olmak istiyorlardı. Biz bu işi, siyasi, askeri ve psikolojik bir çerçevede yapıyorduk. Kırımı aldık ve gerisini bıraktık. Bu arada Rusya’da liberal guruplar arasında da etkili olmaya başlamışlardı. Şimdi gelin Suriye’de şartlara bakalım, zaferle aramızda bir adımlık mesafe var ve doğru seçimi elden verebiliriz. Şu anda savaş bize karşı da cereyan etmektedir. Keza Suriye’de bize karşı protestolar dahi yapılmıştır. Bana göre, kendi idemizi açıklayıp yaymalıyız. Eğer ki burada yenilirsek İran ve Rusya’da yenilmiş sayılırız. Tabi ki tereddüde düşmeyiz ve kazanan taraf olacağız.

Bazı Şii Guruplar, Doğrudan ABD’nin İsteklerini Takip Ediyorlar

Değinmem gereken diğer bir nokta şu ki ülkemizde direkt olarak ABD’nin politikalarını izleyen beşinci kol guruplar vardır, keza devletler içinde altıncı bir kol da var ki doğrudan ve açık bir şekilde onların siyasetlerini takip etmekteler. Bunlar beşinci koldan daha tehlikelidir. Mümkündür ki bu mesele İran’da da mevcut olsun. Nitekim bazı Şii guruplar var ki direk olarak ABD’nin ve küresel liberal sistemin istekleri doğrultusunda hareket ediyorlar ve onları tespit edebilirsiniz, tıpkı bu altıncı kolu Ukrayna meselesinde tanıdığımız gibi. Eğer İran’da bu stratejik ittifaka karşı faaliyette bulunan bir gurup varsa onlar kesinlikle İran’daki altıncı koldurlar.

Savaş Taraftarı Değilim Ama Meşru Yönetimin Rayına Oturması İçin Bazı Savaşların Başlaması Gerekiyor

THA: Ana akım diye bilinen medyada sizin hakkınızda çeşitli söylentiler dillendirilmektedir, hatta sizi yüzyılın en tehlikeli insanlarından biri olarak tanıtıyorlar ve sizin savaş taraftarı olduğunuzu söylüyorlar. Siz gerçekten savaş taraftarı mısınız?

Ben kesinlikle savaş taraftarı değilim. Ben bazı savaşların analistiyim. Dünya cinayetlerle doludur, dolaysıyla bu şartlarda savaş ya da barış taraftarı olmamam. Ben onların söylediği kimse değilim. Ama bazı savaşların başlayıp zafere ulaşması gerekiyor diye düşüyorum. Evvela şunu diyeyim ki ben partisel bir insanım ve Suriye’de meşru yönetimden yanayım. Eğer bu savaş anlamında ise benin onun bir parçası olmam mümkündür ve bu savaş taraftarı olmam anlamına gelmez.

Beşşar Esad’ın Hataları Da Olmuştur; Onu Putlaştırmıyorum Ama O Meşru Güçtür

Suriye savaşı, eyaletler ve şehirlerarası bir savaş değildir. Bu, taraflarından birinin meşru olduğu bir iç savaştır. Beşşar Esad’ında yanlış politikaları olmuş olabilir ve onu putlaştırmıyorum ama o meşru bir güçtür ve terörist gurupların tamamen gayri insani saldırısına hedef olmuştur ki İslam’ı değiştirip kullanarak insanlık dışı davranışlarını ve direktiflerini uyguluyorlar. Barışa giden bir yolu bulabilmemiz için bu terörist gurupların bütünüyle ortadan kalkması gerekiyor. Bu hususta diyebilirim ki İŞİD yok olduktan sonra barış partisinin ilk üyesi ben olacağım ve savaş taraftarı olmayacağım.
Ukrayna’daki Darbe ABD Tarafından Yapıldı Ve Dökülen Kanların, İşlenen Cinayetlerin Sorumlusu  Amerikalılardır

Örneğin ben Ukrayna’da bu ülke halkının yarısının Kiev’deki mevcut Neonazi yönetiminden –ki Batı yanlısı ve radikal bir yönetimdi – özgürleşmesi için çaba sarf ettim. Çoğu kimse gerçeği anlamış bulunuyor. Ondan sonra Odessa’da öldürülen insanlarla ilgili bir video yayınladı. Avrupa, onların demokratik ve liberal olmadıklarını, belki Neonazi teröristler olduklarını anladı. Ben savaş için değil, adalet için faaliyette bulunuyorum; Suriye için adalet ve Ukrayna için adalet. Suriye’de savaş ABD tarafından başlatıldı, asıl onların savaş taraftarı olduklarını söylemek gerekir. Kiev’de yapılan darbe, ABD tarafından tertiplendi. Dökülen kanların ve işlenmiş cinayetlerin cevabını onlar vermelidir. Bu savaşın sorunlusu onlardır, onlar canidir.

İmam Humeyni’nin “Kahrolsun Amerika” Sloganı, Doğru Bir Slogandır Çünkü ABD Dünyada Çok Kan Dökmüştür

İmam Humeyni, her minarenin ve her Kilise çanının da “Kahrolsun Amerika” dediğini vurguluyordu. Bu gerçekten doğru bir cümledir, zira savaşı başlatan ve başkaları için bir cehennem hazırlayanlar onlardır. Onlar savaş yanlısı olmaları nedeniyle cevap vermeleri gerekir ve onların Moğollar gibi olduklarını söylemek gerek.                   

Örneğin, Nobel Barış ödülünü alan Barak Obama yeni savaşlar başlatmış ve önceki savaşları sonlandırmamıştır. Onlar kan döküyorlar ve kendilerini savunmak isteyen halkı suçlamaktalar. Dolaysıyla, onların savaş taraftarı olduğunu söylemek gerekir. Biz ABD’ye karşı kendimizi savunuyoruz. Onların çılgın olduklarını, savaş yanlısı politikacılar olduklarını söylemeliyiz. Irak’ın işgalinden sonra sivil halktan binlerce kişi katledildi. Bütün bu katliamlar bir yönetiminin yok edilmesiyle meydana geldi ve tümü ABD tarafından gerçekleştirildi. Amerika bu girişiminin cevabını vermelidir.

“Kahrolsun Amerika” Sloganı, Amerikan Halkını Koruyacak Ve Amerika’nın Politik Hegemonyasından Kurtaracaktır

O halde kendimi savaş taraftarı olarak telakki edemem, çünkü adalet, barış ve hakiki demokrasinin çabasını vermekteyim ve ABD’den hoşlanmıyorum. “Kahrol Amerika” sloganı, gerçek bir demokratik sistemin kurulması için dile getirilmektedir. Bu slogan, Amerikalının bizzat kendisini korumaktadır, çünkü Amerikalılar, Amerika’nın politik hegemonyası tarafından rehin alınmışlardır. Biz, Amerikan halkını tamamen çılgın olan elitlerinin elinden kurtarmalıyız. Amerikalılar zeki bir halktır fakat onların bir kesimi kendilerinin görevli olduğunu ve kan dökerek görevlerini bir sonuca ulaştırmaları gerektiğini düşünmekteler.

Gerçek Demokrasi Amerika’nın Hegemonyasıyla Kurulmaz

Gerçek demokrasiye ihtiyacımız var ve bu gerçek demokrasi Amerika’nın hegemonyasıyla oluşturulamaz. Suriye, Yemen, Bahreyn, Irak, Afganistan ve diğer bölgelerdeki sorunlarımızın tamamı ABD tarafından meydana getirilmiştir. Dünyanın her yerindeki katliamların temel nedeni onlardır.

THA: Görüşlerinizde Ortodoks Hıristiyanlar ile Şiiler arasındaki inanç benzerliğine değindiniz. Bu hususu biraz daha açar mısınız?

Biz birbirimizle yakın bir noktada duruyoruz. Örneğin Ortodoks Hıristiyanları oldukça ibadet ehli, barışçıl, maneviyatçı ve gelenekçidirler. Eğer bu yaşam tarzını Batı Hıristiyanlığıyla –Katolik veya Protestanlık - karşılaştıracak olursak biz onlardan bütünüyle farklıyız. Onlarla sınırlı ortak noktalarımız var. Biz Hıristiyanlığın özünü ve asli şeklini uyguluyoruz. Biz adaleti, barışı ve ahlakı göz önüne alırız. Biz modernite karşıtı olabiliriz ama Hıristiyanlık karşıtlığıyla mücadele ediyoruz. Modernizmin gerçek ismi olan Hıristiyanlık karşıtlığı ile ilişki kurmayız. Çünkü modernizm İsa karşıtı olarak konumlanmıştır.

Bir Sami’nin komundan ve İslam hakkındaki bilgimden hareketle, Şii İslam’ı İslam medeniyetinin bir parçasıdır. Şiilerde İslam’ın bir birleşeni olup oldukça ibadet ve maneviyat ehlidirler ve İslam’ın özüne yakındırlar. Oysaki selefiler İslam’ın bir karikatürüdürler ve İslam gerçekliğinden oldukça uzaklar.

Elbette ki İslam ve Hıristiyanlık iki farklı dindir ve farklı görüşlerimiz var ama birbirimize oldukça yakınız. Benim için bu mesele çok önemlidir. Örneğin İranlı düşünürlerden biri olarak Şihabeddin Sühreverdî, İşrak tezini geliştirdi. İşrak, İslam’ın şarki versiyonudur, kaynağından beslenerek ortaya konulmuştur. Şii ve İranlı olmak istiyorsanız bu nur ülkesinin vatandaşı olmalısınız.

Biz İşraki Hristiyanlarız Ve Aramızda Paylaştığımız Birçok Ortak Nokta Var

Biz Ortodoks Hristiyanları olarak işrakiliğin bir versiyonuyuz. İşraki Hristiyanlarız ve birimizle aynı şartlarda bulunduğumuzu diyebiliriz. Aramızda hayli ortak nokta bulunmaktadır. Manevi olarak birlikte adım atmalıyız ki birbirimizin müttefiki olalım. Bu şartlarda denilebilir ki Batı Hıristiyanları bizimle ilgili olarak savundukları inançlar dikkate alındığında gerçekten düşmanlarımız olacaklardır, tıpkı radikal ve selefi İslam’ın bizimle düşman oluşu gibi.

Dolaysıyla ortak düşmanlarımız var ve birbirimizle dost olmamız gerekiyor. Keza jeopolitik konum itibariyle de aynı şartlarda yer almaktayız. Bizim güvenlik sorunlarımız ve benzer ilgilerimiz de var. Birlikte olmamızın gerektiği bir zamandayız. Bu manevi ortam bizim için diyalog imkânı sağlamaktadır. Her şeyden önce birbirimizi iyi tanımalıyız. Şiilerin inançlarını anlamamız gerekiyor. Keza Hıristiyanlık ilahiyatının bilinmesi gerekiyor. Tabi ki bu kolay bir iş değil.

THA: İslam İnkılap Lideri Ayetullah Hamenei, Avrupa ve Kuzey Amerika Gençleri İçin İki Mektup Yazdı. Bu Mektup Hakkındaki Görüşünüz Nedir?

Gayet iyi bir mektuptu. İnkılap liderinin başka bir toplumun gençlerinden bir talepte bulunması oldukça önemli ve sembolik bir girişimdir. İranlıların muhafazakâr kültürünün İran çevresindeki dünya hakkında gayet iyi bir bilgiye sahip olduğunu burada vurgulamalıyım. Çevredeki toplum hakkında iyi bir bilgi olduğunda derli toplu bir girişim amacına ulaşır. Ben bu mektup ve talepler konusunda çeşitli yazılar yayınladım ve İslam İnkılabı Rehberinin bu talebini destekliyorum. Buda konun gayet iyi oluşu anlamındadır.

İslam İnkılabı Rehberinin Batılı Gençlere Yazdığı Mektup, Modern Dünyada Bir Mucizedir

Şu noktaya dikkat çekmek gerekir; biz bu harekete büyük bir yanıt veremedik, nedeni de bu mektubun içeri, mahiyeti ve formuyla ilgiliydi. Çünkü İran’ın çevresindeki ülkelerle bu ülke arasında bir takım farklıklar söz konusu. Keza Batı kültürü bu formları kabul etme kapasitesinde değil. Bana göre, bu form yenin oluşturulmalıdır. İslam İnkılabı Rehberinin bakış açısı, modern dünyada bir mucize gibidir ve bu maneviyat merkezidir. Bu mektup ve hareket, büyük bir yeniden dönüştür.

Diğer toplumlar, içinde bulundukları şartlar itibariyle bu meydan okumaları idrak edip yanıtlamak istemiyorlar. Burada bir kavramsal çatlak söz konusudur. Ayetullah Hamenei, oldukça önemli noktalara vurgu yaptılar. Bu konular, hazırlıklı olan her kes için gayet anlaşılabilir konulardır. Kendilerini ikna etmeleri gerekiyor. Hatta öğrenmesini bilmelidirler. Bu yolda kavrayış silahına ihtiyaç vardır. Şiilerin velayeti fakih olarak bilinen siyasal kuramın yapısıyla diğer bilimsel alanlar arasındaki bir kavrayış. Elbette bu meselenin şekillenmesi oldukça zordur ama bizi ortak noktalara ulaştıracak biricik yoldur.

Şu noktanın da dikkate alınması lazım; bu maceranın muhtelif guruplarında yer alan düşünürlerin her biri kendi dünyasında seyir eder. Örneğin Fuko, Bataille, Nietzsche veya Bakhtin gibi düşünürler birbirinden ayrı dünyalarda yaşarlar ve aralarında hiçbir ilişki yoktur. Bu arada, bu fikri guruplar arasında düzenlenen oturumlar çok önemlidir. Yakın bir zamanda o guruplar gençlerini elden verecekler ve bu kişiler arasında diyalog ve münazaranın şekillenmesi lazım.

Bir süre önce bir din âlimiyle konuşuyorduk. O, bana Hristiyan bir fundamentalist olarak diyor ki sizler en nihayetinde Kuran’ın doğru olduğunu, İsa’nın çarmıha gerilmediğini ve dolaysıyla İsa’nın Allah’ın oğlu olmadığını anlayacaksınız. Bu tür konuşmalardan sorandır ki diyalog kesinlikle biter. Sonuç şöyle olur ki onun inancı ona ve benim inancım da bana kalsın ve hiçbir ortak nokta belirmesin. Bu mesele, birbirimize saldırmanın ortamını oluşturur.

Kurtarıcıyı Bekleme Kültürü, Hristiyanlarla Müslümanlar Arasındaki Müşterek Noktalardan Biridir

Kesinlikle, ‘İncil mi daha doğrudur yoksa Kuran mı” konusunda konuşmak bir arpa boyu kadar yol aldırmaz ve bu davranışın adı diyalog değildir. Fakat birbirimize çok yakınız eğer idrak edebilsek. Nitekim Kum’da bir Ayetullah ile konuştuktan sonra şu sonuç belirdi ki bizler intizar kültürünü kabul edebiliriz ve bu bizim ortak noktalarımızdan biridir. Bu ortak noktaları alıp üzerinde düşünebiliriz, onları teolojik karmaşıklıklarıyla birlikte karşılaştırıp geleneğin çekirdek unsurlarına ulaşabiliriz ve ondan sonradır ki felsefe üstadı oluruz.

İslam İnkılabı Rehberinin Batılı Gençlere Yazdığı Mektubu, Batının Nasıl Tedavi Edileceğini Hedeflemektedir

Biz Batıya galip gelmeliyiz. Batının nasıl tedavi edileceğini bilmemiz için kendi mülahaza ettiğimiz formu bulmalıyız. Bu, söz konusu mektuplara bir yanıttır. Mektup manevi lider tarafından olup oldukça önemli bir mektuptur. Onu anlıyorum ve tercüme edebilirim. Tabi mesele şurada ki halkın geneli bu mektubu anlamıyor, çünkü mektubun dili algısal değil, ruhanidir. Onun özünü tercüme etmenizi gerekiyor ve ondan sonradır ki mektup çeşitli toplumlarda beraberinde birçok makale, rapor vs. getirecektir.

Gorbaçov, İmam Humeyni’yi Anlamadı

Örneğin İmam Humeyni’nin Gorbaçov’a yazdığı mektuba değinecek olursak, o mektup olağanüstü bir mektuptu. Ama Gorbaçov oldukça geri zekâlıydı ve mektubu anlamadı. Gorbaçov, doğru yöne hidayet edilmesi gereken bir çocuk gibiydi. Kanaatimce, İran şu anda felsefi görüşlerini yeniden gözden geçirmeli ve bu gelişmenin dili kendini inkılabın öğretilerinin değişik boyutlarında, inançlarda, Şia’da, şeriatta vs.de göstermelidir.

İran Elitleri Felsefe Üstadı Olmaları Gerekir

Başkalarıyla diyaloga geçmek için yeni formlara ulaşmanız lazım. İnançlarda zorlama olmamalıdır, eğer olursa irtibat süratle kesilir. İranlı elitlerin felsefe üstadı olmaları gerektiğini düşünüyorum.      

Çeviren: Mehmet Gönül