Batı'da İslamofobi ve Terör Kavramı
İslâmofobi kavramı ve Avrupalılar arasında kabulü noktasındaki toplumsal tepkisini ortaya koyduktan sonra bu kavramın ortaya atılması ve topluma enjekte edilme sebeplerine bakmak gerekmektedir.
Tesnim Haber Ajansı - İslâmofobi, kavramsal boyutta özellikle Batılıların Müslümanlara ve İslam’a karşı duydukları korku ve kaygıyı ifade etmek için kullanılmakta olup, 11 Eylül saldırıları ve sonrasında yaşanılan gelişmelere bağlı olarak popülarite kazanmıştır.(1) bunun yanı sıra İslâmofobi, sistematik bir süreç sonucunda yapay olarak var edilen bir düşmana karşı Avrupalı halk tarafından durulan şiddetli korku ve paranoyaklık seviyesine dönüşmesini ifade etmektedir.
Avrupa’da İslâmofobi kavramının kökenleri Endülüs Emevîlerinin İspanya’daki hakimiyeti dönemine kadar dayansa bile bu kavram asıl benliğini 1960’lı yıllarda Bernard Lewis’in ve 1990’lı yıllarda Samuel Hungtington’un dillendirdiği “Medeniyetler Çatışması” kavramıyla bulmuştur.(2) Medeniyetler çatışması konusunu daha sonra ele alacağım için burada konuyu genişletmeyeceğiz.
11 Eylül’de ABD tarafından yıllarca beslenen El- Kaide terör örgütünün üstlendiği saldırı sonrasında İslâmofobi kavramı Avrupa’da geniş yankı uyandırdı. Bu saldırı ile Avrupa’nın stratejik akılları vatandaşlarının bilinçaltına “Müslüman= Terörist” kavramını yerleştirmeye çalıştılar. Buradan da anlaşılacağı üzere “Avrupalı Kimliği” oluşturulmak veya bu kimliği korumak kastıyla tarihsel kökenleri bulunan İslâmofobi kavramı ideolojik bir araç olarak kullanılmaktadır. Nitekim 1994 yılında İslam’ı tanımlamak için en uygun olabilecek kavramın ne olduğu konusunda Fransa’da yapılan bir ankette “Fanatiklik” terimi söz konusu kitle tarafından en çok tercih edilen kelime olmuştur.(3) Yine Helsinki Uluslar arası İnsan Hakları Federasyonu’nun 11 Avrupa Birliği ülkesinde 2004 yılında yaptığı araştırmaya katılan Almanların yüzde 80’inden fazlası İslâm ve terörizm arasında bir bağ kurmuştur.(4) Bu araştırmalarda da gördüğümüz üzere Avrupa halklarında oluşturulmak istenen bilinç zaman içersinde başarıya ulaştırılmıştır.
İslâmofobi kavramı ve Avrupalılar arasında kabulü noktasındaki toplumsal tepkisini ortaya koyduktan sonra bu kavramın ortaya atılması ve topluma enjekte edilme sebeplerine bakmak gerekmektedir.
ABD, 11 Eylül olayları ile Müslümanları terörizm kavramıyla eş değerde tutan söylemlerini yaygınlaştırmakla beraber İslâm dünyasına “Demokrasiyi, insan haklarını ve özgürlüğü” getirme adına söz konusu müdahalelerin gerçekleştirildiği izlenimini verme yoluna gitmiştir. ABD’nin bu yolu izlemesi küresel ihtiraslarını gerçekleştirmek için yeni zeminler hazırlamakla birlikte dünya genelinde hızlı bir artış kaydeden İslam korkusuna yol açmış ve İslam kimliğinin terörizmle eş değer tutulmasına neden olmuştur. Avrupa’da İslâmofobi’nin bu dönem itibari ile yeni bir ivme kazanması, gerek tarihsel arka plan ve gerekse Avrupa’nın kimlik problemiyle ilintilidir.(5)
ABD, 11 Eylül sonrası dönemde Avrasya coğrafyasındaki stratejik olarak belirlediği noktalara müdahale ederken hem bu coğrafyayı kontrol altında tutmakta hem de diğer aktörlerin buradaki pastadan pay almalarına engel olmak istemektedir. Bu konuyla ilgili 2000’li yılların hemen başında dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice, The Washington Post gazetesinde verdiği demeçte, “Büyük Ortadoğu projesiyle Ortadoğu, Kuzey Afrika, Orta Asya ve Kafkasya coğrafyasında yer alan 22 ülkenin rejimleri ve coğrafyası değişecektir.” diye belirtmiştir. İşte belirlenen bu hedefi gerçekleştirmek uğruna, yapılacak saldırıları meşrulaştırmak İslâmofobi kavramını gündeme oturtmuştur. Ayrıca İslâmofobi kavramı için Avrupa ve ABD’de yoğun çalışmalar yapılmıştır.
ABD, Avrasya coğrafyasındaki emelleri için genel manada iki farklı yol izlemiştir. Bu yoların ilki özellikle Ortadoğu’da kendi eliyle besleyerek ortaya çıkardığı terörist gruplar, ikincisi ise bu grupların eylemlerini medya ve eli kalem tutan kimseler tarafından halkın bilinçaltına yerleştirmektedir.
ABD’nin ilk yolu tercih etmesinde mihenk taşı olan olay herkesin bilgisi üzere 11 Eylül olaylarıdır. Nitekim o dönemin ABD başkanı George W. Bush saldırı sonrası konuşmasında: “Terörle savaşımız El- Kaide ile başlıyor ama onunla bitmiyor. Terörle savaşımız küresel erişime sahip olan her terörist grup bulunup durdurularak mağlup edinceye kadar bitmeyecek. Ve terörizme yardım ve sığınak sağlayan uluslarla (devletlerle) mücadele edeceğiz. Şimdi her devlet bir karara varmak durumundadır. Ya bizim tarafımızdasınız yâda teröristlerin yanındasınız. Bugünden itibaren terörizme kucak açmaya ve desteklemeye devam eden her devlet Birleşik Devletler tarafından düşman bir rejim olarak addedilecektir.”(6) diye beyan ederek aslında bu savaşın El- Kaide ile değil İslam ile olduğunu vurgulamaktadır. Nitekim Suriye olayları ve Işid terör örgütünün ortaya çıkması başkan Bush’un konuşmasının zihinlerde şekillenmesini sağlamıştır. Bu ve bunun gibi Batılı söylemler özellikle Ortadoğu ve Avrupa’da “İslamî” kisve altında ortaya çıkacak olan teröristlerin ABD ve yandaşlarının çıkarlarına hizmet edeceğini anlamakta zor olmasa İslâmî terörizm kavramına paralı kan dökücüleriyle hayat veren ABD ve yandaşları Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmeye devam ederken oryantalist bilim insanları ve medya bu olayları Avrupa’ya taşıyarak İslâmofobi kavramını sağlamlaştırma yoluna gittiler.
Edward Said’in Şarkiyatçılık çalışmasında aktardığı bir istatistiğe göre; oryantalist bilim insanlarının 1800’lü yılların başlangıcından 1950 yılına kadar geçen süre zarfında yaklaşık olarak 60 binden fazla eser ürettikleri anlaşılmaktadır. Ne var ki, ortaya konulan eserlerde, Doğu’ya yönelik yapılan değerlendirmeler Doğu’nun “statik, barbar ve geri” olduğu noktasından öteye gidememiş; sürekli aynı kavram ve düşünceler tekrarlanmıştır.(7)
Avrupa’da İslâmofobi kavramının yükseliş sebebine değinirken Danimarka’da İslam dini ve Hz. Resulullah (s.a.a)’ın terörist olarak lanse eden karikatürler Avrupa halklarının zihninde “İslam’ın karanlık bir din” olduğuna dair önyargıları güçlendirmek için uygulanan projenin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç olarak, Avrupa’da ve ABD’de var olan stratejik akıllar kapitalist sistemin devamı konusunda ilk olarak SSCB’yi düşman olarak ortaya atmış velhasıl bu devletin yıkılmasıyla yeni bir yapay düşmana ihtiyaç duymuştur. Bu noktada tarihsel kökenlerini de göz önünde bulundurarak medeniyetler çatışması kavramı ardında İslâmofobi kavramını zihinlerde harekete geçirmeye başlamıştır. Bunun yanı sıra Avrupalı devletlerde bu yöntem ile Avrupalı kimliğini koruma yoluna giderek İslâm düşmanlığı ya da korku efektini toplum üzerinde uygulamışlardır.
Kaynaklar:
1- Kader Özlem, “Batı’nın İçinde Yükselen İslamofobia Gerçekliği”, İslam ve Şiddet, (Ed. Mümtaz’er
Türköne), s. 197- 208, Ufuk Kitap Yay., İstanbul 2007.
2- Fikret Başkaya, “Doğu/ Batı Çatışması Değil, Kapitalist/ Empeyalist Saldırı”, Doğu Batı Dergisi,
sa. 30, 2004- 2005, s. 209-219; Samuel P. Hungtington, “Medeniyetler Çatışması mı?”, (Der.
Murat Yılmaz), Medeniyetler Çatışması, Vadi Yay, Ankara 1995.
3- Ali Köse, “Avrupa Birliği Ülkelerinde Müslüman Varlığı”, Avrasya Dosyası, Avrupa Birliği Özel,
Kış 1999, c. 5, sa. 4, s. 121.4- http:// news.bbc.co.uk/2/hi/europe/4325225.stm
5- Özlem, a.g.e, s. 206.
6- http:// www.whitehouse.gov/news/releases/2001/09/print/20010920-8.html; Nuri Yurdu Seven, “Terör ve Demokrasi Kıskacında İslam”, İslam ve Şiddet, (Ed. Mümtaz’er Türköne), s. 189- 196,
Ufuk Kitap Yay., İstanbul 2007.
7- Özlem, a.g.e, s. 201.
Serdar Gündoğdu