Hizbullah İran Devletine Niçin İhtiyaç Duymuyor?
Beyrut’un güney banliyölerinin yaklaşık 7 bin sakinine hitap eden Nasrallah, partinin 2006 Savaşı sırasında evlerini kaybedenlerin ailelerine savaş sonrası tazminat olarak ödediği 300 milyon doların tamamının “Seyyid Ali Hameney’den gelen dini-hukuki para (emval şer’iyye)” olduğunu söylemişti.
Tesnim Haber Ajansı - Tahran'ın Hizbullah'ı finanse etmesi, ABD'nin sıklıkla İran'dan “teröre desteğine” son vermesini istemesinde de kendisini gösterdiği üzere, halen Washington'un İslam Cumhuriyeti'ne yönelik başlıca şikayetlerinden biri. Bu talep, İslam Cumhuriyeti'ne yöneltilen, nükleer programından feragat etme çağrılarıyla eş zamanlı olarak yapılıyor. Bu haliyle gayet yerinde bir şekilde, Washington'un müttefiklerinin nükleer sicili nedeniyle, İran'ın bölgedeki direniş hareketlerine maddi ve siyasi desteği olmasa ABD'nin İran'ın nükleer programını görmezden gelmeye bir hayli istekli olacağı ileri sürülebilir. ABD için sorun kendi başına nükleer silahlı bir İran değildir; sorun, İsrail'e direnen hareketleri aktif olarak destekleyen bir nükleer silahlı İran'dır.
Ana akım Batı ve Arap medyası için finansman meselesi belki de İran-Hizbullah ilişkisinin en baskın özelliklerinden bir tanesi ve aynı zamanda Tahran'ın harekete destek verdiğini açıktan reddetmesi ve çok yakın zamana kadar Hizbullah'ın konu hakkında sergilediği suskunluk nedeniyle, en anlaşılması güç konulardan biri.
Bu desteğin ilk kez açıkça kabul edildiği örneklerden biri, 2009 yılında Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah'ın Kudüs Günü konuşmasında İran'a verdiği “her türlü manevi, siyasi, maddi ve mali destek” nedeniyle teşekkür etmesiydi. Kısa süre önce direniş lideri, “Allah bize İran İslam Cumhuriyeti'ni vererek başkalarına tevessül etmememizi sağladı. Ve biz, vazifemizi yerine getirmeye yetecek kadar paraya ve silaha sahibiz...” beyanında bulundu. Her ne kadar Hizbullah yıllar içerisinde kendi yatırımları ve vakıfları aracılığıyla önemli derecede bir mali özerklik elde ettiyse de, sosyal hizmet altyapılarını korumak ve direniş gücünü teçhizatlandırmak için İran'dan gelecek kaydadeğer finansmana bağlı kalmaya devam ediyor.
Ancak İran'ın mali desteğinin kapsamı ve kaynaklar hakkındaki ayrıntıları elde etmek halen güç. Pek çok gözlemci, yıllık finansman rakamları hakkındaki kaba tahminlere dayanıyor; bunlar ise, bu iddiaları destekleyecek teyit edilebilir kanıtların bulunmaması nedeniyle spekülasyon alanı içinde kalıyor. Her ne kadar meblağı yıllık yaklaşık “100 milyon dolar” olarak tanımlayan Washington'un eski BM büyükelçisi John Bolton gibi bazı kişiler ölçülü rakamlar verse de, Suudilerin Şarkül Avsat gazetesinden Ali Nurizade gibi başka kişiler, bu rakamın “400 milyon doları geçtiği” iddiasında bulunuyor. Bu türden yıllık ortalamalar, İran'ın 2006 Savaşı gibi kriz dönemlerindeki finansmanını içermiyor - bu savaş esnasında bazı gözlemcilere göre destek 1,2 milyar dolar düzeyine ulaşmıştı. Bu tahminler, hem Hizbullah'ın hem de baş rakibi olan 14 Mart kampının dış finansman aldığı aktarılan Haziran 2009 parlamento seçimleri gibi öteki istisnai koşulları da içermiyor.
Bu noktada, Hizbullah'ın veya herhangi bir yabancı örgütün finanse edilmesi bağlamında, “İran”dan tam olarak neyin kastedildiğinin açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Hizbullah'a verilen desteği inceleyen Batılı gözlemcilerin çoğunun benimsediği referans çerçevesi İran devletidir, dolayısıyla da verilen maddi desteğin resmi hükümet kanalları üzerinden aktarıldığına inanılır. Ancak İran'ın çeşitli mali kanallarının yakından incelenmesi, Hizbullah'a verilen İran desteğinin esas olarak hükümet dışı bir destek olduğunu ve sonuç olarak resmi mali bütçede görülmediğini ortaya çıkarmaktadır. Hizbullah'ın İran'daki temsilcisi Abdullah Safiyüddin, bir röportajda bana örgütünün finansmanı doğrudan doğruya bizzat Veliy-i Fakih'ten aldığını söylemişti. Safiyüddin'in ayrıntılı olarak söylediğine göre “Hameney devletin dışında kendi bütçesine sahip” ve bu bütçe, “vakıflar dışındaki bazı dini kuruluşlar” tarafından finanse ediliyor.
Bu, finansmanın bir Hizbullah yetkilisi tarafından ender olarak kabul etmesi anlamına gelse de, Nasrallah'ın Kasım 2006'da yaptığı daha erken bir açıklama nedeniyle, ilk değildir. O tarihte Beyrut'un güney banliyölerinin yaklaşık 7 bin sakinine hitap eden Nasrallah, partinin 2006 Savaşı sırasında evlerini kaybedenlerin ailelerine savaş sonrası tazminat olarak ödediği 300 milyon doların tamamının “Seyyid Ali Hameney'den gelen dini-hukuki para (emval şer'iyye)” olduğunu söylemişti.
Şarkü'l-Avsat'tan Raghida Bahnam, her ne kadar bilgileri hakkında bir kaynak göstermese de, Fakih'in partiyi doğrudan finanse etmesi hakkında benzer bir değerlendirme yapıyor: “İran'ın Hizbullah'a sağladığı mali yardım, Dini Lider'e ayrılmış özel bir fon üzerinden geliyor ve petrol kaynakları ile üretim organizasyonlarından gelen gelirleri içeriyor. Bu fon kamu bütçesine dahil edilmiyor ve dağıtımı tek başına Dini Lider'in kontrolünde.”
Partinin Hameney'le olan doğrudan mali ilişkisi, neden İran'daki hükümet değişikliklerinden büyük ölçüde etkilenmediğini izah ediyor: hangi başkanın görevde olduğundan ve cumhurbaşkanının temsil ettiği siyasi kanattan bağımsız olarak, Fakih'in partiye olan mali desteği değişmeden devam ediyor. Buna bağlı olarak, mali destek Hatemi gibi reformcu cumhurbaşkanlarıyla azalmadığı gibi, Ahmedinecad gibi radikal muhafazakarlarla artmıyor da.
Bununla birlikte Safiyüddin titizlikle, Fakih'in “Hizbullah'a ve Filistinlilere bir devlet lideri olarak değil, yalnızca Veliy-i Fakih sıfatıyla fon sağladığını” belirtiyor. Ancak bu ayrım kavramsal olarak yanlış yönlendirici türdendir: her ne kadar Fakih'in Hizbullah'a olan desteği onun dini bir figür olarak sahip olduğu ulusüstü otoriteden ileri geliyorsa da, bu durum onun İslam Cumhuriyeti'nin, bir başka deyişle İran devletinin en yüksek siyasi lideri olduğu gerçeğinin üzerini örtmemelidir. Bu yüzden Fakih'in desteği hükümet dışı nitelikte olabilse de, bu onu ipso facto devlet dışı destek haline getirmez.
Veliy-i Fakih'ten gelen bu doğrudan mali desteğin üstünde, Hizbullah'a İran'daki ve başka ükelerdeki merci-i taklit (fıkhî taklit kaynakları olan müçtehitler) tarafından da parasal destek sağlanıyor. Merci'lere takipçileri (mukallidin) tarafından dini vergiler (khums'lar) – inananların yıllık net gelirinin yüzde 20'si – ödeniyor, bu gelirler de ihtiyaç sahiplerine ve özel siyasi örgütlere dağıtılıyor. Safiyüddin'in izahatine göre “her yerdeki Müslümanları savunduğu” gerekçesiyle Hizbullah, bu “dini yasal haklardan” bir pay alma hakkına sahip.
15 ila 20 kadar İranlı taklit mercii ile onların bağlı olduğu havza'lar (Şii dini okulları) İslam Cumhuriyeti içerisinde yarı bağımsız bir dini sivil toplum meydana getirir. Her ne kadar İran'daki bütün merciler, hangi “ezilen” grupların destek almaya layık olduğu konusunda Fakih'in çerçevesini çizdiği genel hatlara uymak zorunda olsa da, yin de fonlarını dağıtma ve alıcıları belirleme konusunda kaydadeğer bir serbesti düzeyine sahiplerdir. Merciler khums'ları Veliy-i Fakih üzerinden veya onu atlayarak yönlendirme seçeneğine sahiptir.
Bazı mercilerin İran dışında kendi büroları bulunuyor, örneğin Seyyid Mekarim Şirazi ve Cevad Amuli'nin Lübnan'da büroları var. Dahası, Şeybani tarafından ortaya konulduğu gibi, merciler sıklıkla mukalidin'e khums'ların bir kısmını kenarda tutma ve doğrudan doğruya Hizbullah'a ya da desteğe değer gördükleri başka bir gruba verme izni veriyor.
Fakat bu serbesti payına rağmen İranlı merciler, dini yapının yarı bağımsızlığını izah eden çeşitli mali, idari ve siyasi-hukuki denetimlere tabidir. Washington Yakın Doğu Politikaları'nda araştırmacı olan ve Kum'de teoloji eğitimi almış olan Mehdi Halaci, İran'ın dini yapısının kısmen hükümet tarafından maaşlarla finanse edildiğini söylüyor. Ayrıca, dini finansmanların ve dini okulların eğitim sistemini kontrol eden “Din Okulu Yönetimi Merkezi”nin Hameney'in doğrudan denetimi altında olduğunu belirtiyor.
Dahası Halaci, mercileri siyasi olarak, devletin yargı sisteminin parametrelerinin dışında işleyen bir üst-yargı kurumu olan “Özel Din Adamları Mahkemesi” aracılığıyla denetim altında tutulan makamlar olarak tanımlıyor. Dün adamları yapısının üzerindeki bu türden denetimler, mercilerin Veliy-i Fakih karşısındaki dini otoritesini ve siyasi otonomisini zayıflatan bir işlev görüyor ve devlet ve sivil toplum arasındaki çizgiyi önemli ölçüde bulanıklaştırıyor. Bu perspektiften bakıldığında, İranlı mercilerin Hizbullah'a yaptığı katkılar köken ve karakter itibariyle tam olarak apolitik veya sivil olmadığı gibi, din adamları yapısının yalnızca kısmi otonomiye sahip olduğu ölçüde, devletten tam anlamıyla kopuk da değildir.
İran'ın, dini sivil toplumunun Hizbullah'a finansman sağlıyor gibi görünen bir diğer alt sistemi, bunyad'lar olarak bilinen dini vakıflar ağıdır. Bu vakıflar salt büyük toprak sahibi vakıflar olmayıp, on yıllardır gelen bireysel bağışlar üzerinden birikmiş dev tahvillere de sahiptir. Bu bireysel bağışlar şimdi bu vakıfları, toplamda İran ekonomisinin geniş bir kısmını kontrol eden gerçek iş ve sanayi konsorsiyumları haline getirmektedir. Nitekim bazıları, kazançları konusunda beyanname verme veya vergi ödeme yükümlülükleri olmadığı ve bu yüzden de formel devlet kontrolüne tabi olmadıkları ölçüde bu vakıfların özel sektörle rekabet eden ve onu zayıflatan gayriresmi, paralel bir ekonomiyi temsil ettiklerini ileri sürebilmektedir. Dahası, eski ve mevcut hükümet yöneticileri ve hepsi de Veliy-i Fakih tarafından atanan nüfuzlu dini figürler tarafından kontrol ediliyor olmaları bu kurumlara önemli bir siyasi güç derecesi kazandırmaktadır. Ancak Fakih'e hesap verebilir olmadıkları için bunyad'lar tam otonom sivil toplum unsurları olarak görülemez ve bazı siyasi yetkililer tarafından kontrol ediliyor olmaları onlara apolitik devlet dışı aktörler statüsü vermez. Bunun getirdiği sonuç, onların Hizbullah'a sağladığı finansal desteklerin İran devletinin alanının dışında kalan destekler olarak görülemeyeceğidir.
Bu tür finansmanların gayriresmi kanallar üzerinden aktarılıyor olması, Hizbullah'un bu yardımlardan yararlandığını kanıtlamayı zorlaştırmaktadır. Kesin olan şey bazı bunyad'ların kendilerini destekleyen merciler üzerinden para bağışı yaptığıdır. Şeyh Naim Kasım'ın benimle yaptığı bir röportajda “İran'da [bize] destek veren dini kaynaklardan ve evkaf'tan beslenen hükümet dışı örgütlenmeler var” diye kabul etmesi, partinin bazı finansman kaynaklarını bunyad'lardan elde ettiği iddiasına daha fazla inanılırlık kazandırmaktadır. Buna karşın kanıtlanması daha da zor olan şey, hangi bunyad'ların Hizbullah'ı aktif olarak desteklediğidir.
En büyük bunyad Bunyad-i Mustazafin ve Canbazan (Ezilenler ve Savaş Gazileri Vakfı) olup, bu kuruluş Forbes'e göre İran'ın, devlet mülkiyetindeki Ulusal İran Petrol Şirketi'nden sonraki en büyük ikinci şirketidir. Vakıf, 1989-1999 arasında başkanlık yapmış olan bir zamanların Devrim Muhafızları Bakanı Muhsin Refikdost da dahil olmak üzere bazı “katı görüşlü” siyasi yetkililerle bağlantılıdır. Her ne kadar vakfın Hizbullah'a herhangi bir finansman sağladığını gösteren somut kanıtlar yoksa da, bu durum bazı gözlemcilerin bu yönde iddialarda bulunmasını engellememiştir. 1995 yılında Independent gazetesinde yayınlanan bir makalede kıdemli gazeteci Robert Fisk, “Tahran'ın çok şey konuşulan büyükelçilikleri içinde diplomatlar, Bunyad-i Mustazafin'in Hizbullah'a nakit temin edip etmediğini merak ediyor” diye belirtmişti. Daha yakın zamanlarda Cumhuriyetçi aktivist Kenneth Timmerman, eski bir İran istihbarat subayından dinlediklerinden hareketle, Seyyid Mir Hüseyin Musavi'nin “başbakan olarak liderlik ettiği Bunyad-i Mustazafan'ın başkanı olarak Hizbullah'ın finanse edilmesini koordine ettiğini” iddia etti.
Hizbullah'ın faaliyetlerini finanse ettiği şayiaları bulunan bir diğer büyük bunyad, İran'daki en büyük arazi sahibi kuruluş olduğu aktarılan ve bazılarına göre “İslam Cumhuriyeti'nin en büyük ve en zengin iş imparatorluğu” olan İmam Rıza Türbesi Vakfı. Bu vakıf hakkında ayrıntılı bir araştırma yapan Andrew Higgins, Hizbullah'ın eski sosyal hizmetler müdürü Hüseyin Şami'nin dile getirdiği, bu vakfın partinin savaş sonrası yeniden inşa ve insani yardım çalışmaları için “nakit sağladığı” iddiasına yer vermişti. Şami'nin sözlerini teyit eden başka göstergeler de var ve bunlardan en büyüğü, bunyad'ın başkanı Ayetullah Vaiz Tabasi'nin aldığı, genellikle İmam Rıza türbesi üzerinde dalgalanan sancağı Hizbullah'ın başarılarının “ödülü” olarak Nasrallah'a sunma yönündeki “eşi görülmemiş” karar. Göründüğü kadarıyla bu karar, bir Güney Lübnan ziyareti dönüşünde, türbeyi temsil eden bir heyetin talebi üzerine alınmıştı. Sancağın önemi yalnızca dini sembolizminde ve siyasi anlamında değil, aynı zamanda vakıf ve Hizbullah arasındaki yakın ilişkiyi göstermesinde yatıyor. Zira buradan çıkan kaçınılmaz sonuç şu: eğer bunyad yönetimi eşi görülmemiş bir adım atıp türbe sancağını – ve onun taşıdığı bütün kutsal anlamları – Hizbullah'a teslim etmek istiyorsa, gelirlerinden bazılarını bu denli ayrıcalıklı bir harekete sunmaya çok daha fazla hazır olacaktır.
Emel Saad-Gurayeb/ Al Akhbar
Çeviren: Medya Şafak