Türkiye-İsrail Anlaşması: Zafer mi Hezimet mi?
Yasin Altıntaş ve Berrin Naz Önsiper’in birlikte kaleme aldığı yazıda, Türkiye-İsrail anlaşmasının maddeleri üzerinden, bu anlaşmanın zafer mi yoksa hezimet mi olduğu tartışıldı.
Yasin Altıntaş ve Berrin Naz Önsiper’in birlikte kaleme aldığı yazıda, Türkiye-İsrail anlaşmasının maddeleri üzerinden, bu anlaşmanın zafer mi yoksa hezimet mi olduğu tartışıldı.
İşte o yazı:
Türkiye-İsrail anlaşması: Zafer mi hezimet mi?
Türkiye ve İsrail arasında 2010 yılında yaşanan Mavi Marmara faciasından sonra diplomatik ilişkiler asgari düzeye çekilmişti.
Diplomatik ilişkiler diyorum çünkü ticari ve askeri ittifaklar bütün hızıyla devam ediyordu. Meğer diplomatik ilişkilerin de düzelmesi için üç senedir dışişleri müsteşarımız Feridun Sinirlioğlu ve Binyamin Netanyahu’nun özel temsilcisi Joseph Ciechanover görüşüyormuş. Bu üç senelik çalışmanın sonucunda Türkiye hükümeti her anlamda kaybettiği ve tabii Filistin’in de zararına olan bir anlaşmaya imza attı. Söz konusu anlaşma 17 Ağustos 2016'da TBMM’ye sunuldu.
Anlaşma maddelerinin tamamı diplomatik ilişkilerimizin en alt düzeye çekilmesinin nedeni olan Mavi Marmara katliamı ile ilgili.
Hükümet ne iddia ediyor, anlaşma gerçekte ne diyor?
Mavi Marmara saldırısı sonrasında dönemin başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail’le ilişkilerin normalleşebilmesi için üç şartları olduğunu defalarca tekrarladı: özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması.
Özür şartı ile ilgili, 22 Mart 2013 tarihinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun dönemin Başbakanı Erdoğan'ı telefonla arayarak, İsrail birliklerinin can kaybı ve yaralanmaya yol açan her türlü hatasından dolayı Türk halkından özür dilediği ifade edildi. Uluslararası hukukta sözlü ifadeler ne kadar geçerli ise özür şartı o kadar gerçekleşmiştir.
Tazminat şartıyla ilgili ise anlaşmanın birinci maddesi tam bir fecaattir. Hükümetten ve hükümete yakın isimler, anlaşmayı “İsrail’e yüksek bir tazminat ödetmeyi başardık!” şeklinde lanse etse de, anlaşmada İsrail tarafından sadece ölenlerin yakınlarına verilmek üzere ödenecek 20 milyon dolarlık ödeme “ex gratia” olarak geçiyor. Ex gratia, ödeyen tarafın sorumlu olmadığı hâlde lutufen ödeme yapması demek. Yani tazmin edilmiş bir haktan ziyade anlaşmada ödenecek meblağ bir jest olarak geçiyor. Bu ibarenin geçtiği metni imzalayan Türkiye hükümeti, İsrail’i Mavi Marmara’daki suçları ve sorumluluklarından kendi eliyle aklıyor.
Diğer bir madde, İsrail’e ve olaya müdahil İsrailli askerlere açılmış davaların bu anlaşmayla düşeceğidir. Dahası bundan sonra da Türk tarafları hiçbir ulusal ve/veya uluslararası mahkemede İsrail ve/veya müdahil İsraillilere Mavi Marmara bağlamında dava açamaz. İsrail tarafları bundan sonra bu bağlamdaki tüm hukuki ve cezai hükümlerden muaftır. Yani Mavi Marmara’nın failleri bu işten hiç cezasız ve ilelebet sıyrılıyorlar.
Yine anlaşma uyarınca; ödenen "ex gratia" meblağdan sonra herhangi bir Türk tarafı İsrail taraflarından yeniden bir para talebinde bulunursa, bu taleplerin hepsi Türkiye tarafından karşılanacaktır. Bu madde Mavi Marmara’da hayatını kaybedenlerin yakınları dışındaki mağdurları doğrudan etkiliyor çünkü "ex gratia" ödenen meblağ sadece hayatını kaybedenleri muhatap alıyor. Dolayısıyla saldırı sırasında başka yollarla mağdur olmuş kişiler İsrail’den maddi hiçbir karşılık almıyor ve bundan sonra da alamaz.
Cumhurbaşkanı’nın İsrail’in önüne koyduğu Gazze ablukasının kaldırılması şartına ilişkin ise anlaşmada imâ yollu bir madde dahi yok. Bilakis İsrail; son dönemde Mısır cunta yönetimiyle birlikte tünelleri kapatarak, tarım arazilerini imhâ ederek, Gazze’ye verilen elektrik ve su kaynaklarını kısarak, kendi üzerinden geçen yardımlarda geçiş izni verilmeyen malzeme listesini sürekli değiştirerek ablukayı daha da sıkılaştırmaktadır. Tüm uluslararası anlaşmaları, Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe sayarak Filistin’de yeni yerleşim alanları açmaya, apartheid sistemini tahkim etmeye devam etmektedir. Bu anlaşma ile Türkiye vatandaşlarının İsrail aleyhindeki gelecek eylemlerinin önü tıkanmaktadır.
Sonuç itibariyle, Türkiye ve Filistin halkı için hiçbir kazanım sağlamayacak bu anlaşma metni bu içeriğiyle TBMM’ye sunulmuştur. Anlaşma metni meclis oylamasında kabul edilirse tarihe diplomatik bir hezimet olarak geçecek, sonraki nesillere aktarılacak bir utanç vesikası olacaktır. Reddedilirse geçersiz sayılacak ve düşecektir.
Bu zillet anlaşmasından dönmek için Türkiye’nin hâlâ bir umudu var. Meclis tıpkı 1 Mart Tezkeresi’ni reddettiği gibi yine bir tarih yazabilir. Bu utanç metnine reel politik diye arka çıkanlara rağmen bizim meclisten umudumuz var, çünkü bu meclisin dün ülkesini korumak için çıplak elle tanklara meydan okuyan bir halkı temsil ettiğini ve halkın vicdanının kabul edemeyeceği bu anlaşmaya, halkın meclisteki temsilcilerinin de hayır diyeceğini umut ediyoruz.
Berrin Naz Önsiper
Yasin Altıntaş
İslami Analiz