Lindsey Graham’ın Dilinden Vahşi Sömürünün Kökleri; Amerikan’ın Sosyal Darwinizmi,


Sömürge dönemlerinde yerli halkın yerinden edilmesi, Hiroşima ve Nagazaki'nin bombalanması, Irak ve Afganistan'a saldırılar, Vietnam'daki cinayetler, bugün de savunmasız Gazze halkına atom bombası kullanılması çağrısı ideolojik bir akımın parçası olarak değerlendirilmelidir.

Tesnim Haber Ajansı - Kıdemli Amerikalı Senatör Lindsey Graham, İsrail'in Gazze'deki savaşını Amerika'nın Japonya'nın Nagazaki ve Hiroşima şehirlerine saldırılarında nükleer silah kullanmasına benzeterek Gazze'ye karşı nükleer silah kullanılması çağrısında bulundu.

Graham, NBC'ye verdiği röportajda, ‘Pearl Harbor saldırılarından sonra Almanlar ve Japonlarla yapılan savaşta milletimiz yıkıma maruz kaldığında, Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atılarak savaşı sonlandırmaya karar verdik. Bu karar doğruydu’ ifadelerini kullandı.

İsrail'e savaşı bitirmek için ihtiyaç duyduğu bombaların verilmesi çağrısında bulunan Graham ‘Onların başarısız olma lüksü yok dedi.

Graham'ın Siyonist rejimi haklı çıkarmaya yönelik temelsiz iddiaları

Graham'ın iddiasının merkezinde, ABD'nin 1945'te varoluşsal bir tehditle karşı karşıya kaldığında, kimyasal silah kullanması ve en az 200.000 kişiyi katletmesiyle gerçekleşen kanlı tarihinden geliyor ve   İsrail de varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğu için şu anda bile Gazze'de nükleer silah kullanabilir çıkarımı yapıyor.

Elbette bu argüman birçok sorunla karşı karşıyadır. Bunlar arasında, bugünkü belgelerin gösterdiğine göre, ABD 1945'te varoluşsal bir tehditle karşı karşıya değildi çünkü Japon İmparatorluğu çoktan başarısızlığa uğramıştı ve teslim olmanın eşiğindeydi.

Örneğin Harry Truman'ın Savaş Bakanı Evan Stimson şöyle diyor: Japonya'nın müttefiki yoktu, donanması neredeyse tamamen yok edilmişti, adaları deniz ablukası altındaydı ve şehirleri ağır hava saldırılarına maruz kalmıştı. Bazı tarihçiler ayrıca Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan bombaların bile Japonya'nın nihai teslimiyetinin nedeni olmadığına inanıyor. Sovyetlerin 8 Ağustos'taki savaş ilanı ise Japonya'nın teslim olmasına yol açan daha önemli bir faktördü.

Resmi bir Amerikan raporunda bile Japonya'nın nükleer silah kullanmadan teslim olmaya hazır olduğunu doğrulayan kanıtlar var. Atom saldırılarının Japonya'ya etkilerini araştırmak amacıyla Truman'ın emriyle Temmuz 1946'da yazılan "Amerikan Stratejik Bombalaması Araştırması" adlı raporda, Japonya'nın atom saldırısı olmadan teslim olmaya hazır olduğu belirtilerek şu ifadeler yer alıyor: Hayatta kalan Japon yetkililerin ifadeleriyle desteklenen gerçeklerin ayrıntılı bir araştırmasına dayanarak hazırlanan rapora göre, Japonya'nın atom bombalarıyla saldırıya uğramamış olsa bile 31 Aralık 1945'ten önce ve kesinlikle 1 Kasım 1945'ten önce teslim olacaktı ve Rusya savaşa girmese de, bu ülkenin bir saldırı planı ya da fikri olmadığı  ve teslim olacağı belirtiliyor.

Bu nedenle ABD, savaşı sona erdirmek ve daha fazla insan katliamını önlemek veya ABD'nin bölgesel varlığını savunmak için değil, Sovyetler Birliği'ne gücünü göstermek ve nükleer silahları gerçek bir savaş alanında test etmek için yüz binlerce kadın ve çocuğu öldürdü.

Graham'ın nükleer silah önerisinin ideolojik temeli; Amerikan egemenliğinin bir örneği

Aksine Lindsey Graham'ın açıklamasının, geçtiğimiz yüzyıllarda ABD'li yetkililerin kararlarının arkasında itici güç olan eski bir ideolojik temelden kaynaklandığı gösteriyor. Bu ifadeler gerçekten - bazı batı medyasının da iddia ettiği gibi - Radikal veya aşırılıkçı bir kişinin resmi ABD politikası bağlamı dışında yapılan bir konuşma değil aksine, Washington'un çıkarlarına hizmet ettiği sürece başkalarına her türlü acının verilmesine izin veren bir ideolojik temelden kaynaklandığı gösteriyor. Bu düşüncenin tarihsel kökenleri olduğu da söylenebilir.

Amerika'nın batıya doğru genişlemesi sırasında direnen Kızılderililer Avrupalı ​​yerleşimciler tarafından yerle bir edildi ve yerliler büyük çapta katledildi. Kızılderililerin rastgele katledilmesinin sonucu üç milyon kişinin katledilmesi oldu. Pek çoğunun yalnızca fiziksel olarak hayatta kalmasına izin verildi, yani kültürleri yok edildi ve kendileri de Batı eğlencesinin nesneleri haline geldi.

1830'da Amerika Birleşik Devletleri'nin yedinci başkanı Andrew Jackson, ‘Kızılderililere karşı Uzaklaştırma Yasası’ olarak bilinen bir emir yayınladı. Bu yasaya göre Kızılderililer, Amerika'nın doğusundaki topraklarından Mississippi Nehri'nin batısındaki çorak topraklara göç ettiriliyordu. Bu eylemin amacı beş Hint kabilesi Cherokee, Chickasaw, Choctaw, Creek ve Seminole'yi Amerika Birleşik Devletleri'nin güneydoğusundaki topraklarından sözde ‘Kızılderili Topraklarına’ (bugünkü Oklahoma'nın doğu kısmındaki bir bölge) taşımaktı.  Cherokee halkının 1838'de batıya doğru yaptığı büyük göç, ‘Gözyaşı Yolu’ olarak bilinen bu zorunlu hükümet göçlerinden biriydi. Bu 2000 kilometrelik yolculukta 4000 Hintli hayatını kaybetti. Bu Kızılderililer, Batı Amerika'daki bugün ayrılmış topraklar olarak bilinen özel topraklara göç ettiler. Avrupalıların gelişiyle birlikte Amerika yerlileri salgın hastalıklarla, kültür tahribatıyla ve toprak kaybıyla karşı karşıya kaldı. Bazı Hint kabileleri iki yüzyıl boyunca beyazlar tarafından köleleştirildi ve diğerleri savaşlarda ve Wounded Knee Katliamı gibi toplu temizliklerde yok edildi.

Amerika'nın ırkçı soykırım tarihinde meydana gelen bir diğer ırksal soykırım vakası da Afrika kökenli Amerikalılara yönelik soykırımdır.15 milyon Afrikalının ülkelerinden koparılarak köle olarak satıldığı biliniyor. Köleliğin yasaklanmasından çok sonra beyaz adamlar Afrikalıları yok etti. Amerika Birleşik Devletleri'nin tarihinde ve resmi anlatılarında, Afrikalı Amerikalılara yönelik baskıya ilişkin kayıtlar büyük ölçüde yoktur.

19. yüzyılın ortalarında Avrupa ülkeleri arasında, sırf açgözlülük ve ekonomik çıkar elde etme amacıyla ülkeleri sömürgeleştirme rekabeti vardı. Afrika'da beyaz Avrupalılar ticari gelişmenin önündeki tüm engelleri kaldırdılar. İnsanlara da doğal çevredeki engellerin bir parçasıymış gibi davranıldı. İnsan kurbanları gerçek sayılmadı. Avrupalı ​​olmayanların ölümü ahlaki bir sorun olarak görülmüyordu.

Afrikalılar kültürsüz insanlar olarak görülüyordu ve yok edilmeleri hiçbir hoşgörü gösterilmeden yapılıyordu. Leopold II yönetimindeki Belçika Kongo'sunda, ‘idari soykırımlar’ olarak bilinen bir politikayla nüfus 22 milyondan 10 milyona düşürüldü. Avustralya'da da benzer bir süreç izlendi ve yerlilerin öldürülmesi 1920'lere kadar devam etti. Beyaz Avrupalı ​​göçmenlerin benzersiz bir şekilde seçildiği yönündeki korkunç önermeler Batı anlatısında baskın bir temaydı.

Japonya'nın 1905 Rus-Japon Savaşı'ndaki zaferinden sonra Japonya, Amerika Birleşik Devletleri için büyük bir tehdit olarak kabul edildi.  Amerikan popüler edebiyatında Japonlar, Çinlilerin yerini alarak ‘sarı tehlike’ sendromunun odağı haline geldi. Asya'nın göç yoluyla istila edileceğine dair korkular vardı ve Amerikan popüler edebiyatı, Amerika Birleşik Devletleri'nin Asyalıları yok etmek için üstün teknolojisini kullandığını ileri sürüyordu. Bu literatürün çoğu, son siyahinin ve Asyalının yok edilmesine kadar uzanan soykırımı savundu.

Sonuç

Lindsey Graham'ın açıklamaları, Batı'nın ve özellikle ABD'nin geçtiğimiz yüzyıllarda ırkçılık, soykırım, tekelci kapitalizm dahil insanlığa karşı işlenen her türlü suçu meşrulaştırmak için kullandığı ‘sosyal Darwinizm’ inancının hâlâ güncel ve yürürlükte bir düşünce olduğunu gösteriyor. Robert Darwin'in teorisinin biyolojiden genişletilerek insan toplumları alanında kullanılması, Amerikalı devlet adamlarına göre dünyanın, çıkar sağlamak ve hayatta kalmak için her türlü insan karşıtı yöntemlere başvurulabilen bir ormana benzediğini göstermektedir.

Amerika Birleşik Devletleri ve Batı, sürekli güç ve ekonomik başarı elde etme çabalarında, uluslararası normları ve ahlaki standartları her zaman ihlal etmiştir. Sömürge döneminde yerli halkların ortadan kaldırılması, Hiroşima ve Nagazaki'nin bombalanması, Irak ve Afganistan'a yapılan saldırılar, Vietnam'daki cinayetler ve bugün atom bombasının savunmasız Gazze halkına karşı kullanılmasına davet ideolojik bir akımın parçası olarak düşünülmelidir.