Filistin Aktivisti: İşgal rejimine cevap vermek İran’ın en tabii hakkı/Özel Röportaj


Ankara Filistin Dayanışma Platformu (ANFİDAP) Stratejik İletişim Komisyonu Üyesi İsmail Mansur Özdemir Tesnim Heber Ajansı’na verdiği röportajında Aksa Tufanı Savaşının sadece İslam alemi için değil tüm insanlık için birleştirici bir zemin oluşturduğunu vurguladı.

Tesnim Haber Ajansı- Theodor Herzl’in büyük Siyonist projesinin kapsamında İsrail’in saldırılarını artırdığına vurgu yapan Özdemir Filistin Direnişinin tüm bölgeye örnek olduğunu ve sahadaki direniş birliğinin Müslümanların arasındaki birliği de pekiştirdiğini belirtti. 

Aksa Tufanı Savaşının yıl dönümündeyiz. Bu operasyon hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

Ankara’dan bütün İslam ümmetini hususen İran’daki kadeşlerimizi ve Aksa Tufanı’nın direniş heyecanını bütün dünyaya taşıyan Gazze halkını selamlıyoruz. Bir yıllık bir sürecin ardından milat bir yıl dönümündeyiz. Tüm siyaset bilimci, halklar ve sosyologlar herkes ortadoğuda bir krizi konuşuyor. Ortadoğu’da krizin ana kaynağının işgalci siyonist çete olduğunu açık ve güçlü bir şekilde ilan etmek gerekiyor ve insanlık tarihinin son yüzyıllık kısmında sadece Filistin topraklarında değil şaşırtıcı bir şekilde Mora’da, Keşmir’de, Kafkasya’da ve Balkanlar’da da organize saldırganlık çabasını görüyoruz.  Tabi Aksa Tufanı bambaşka bir değer taşıyor. Son beş yıl içerisinde İsrail rejiminin ağırlıklı olarak Amerika ve İngiltere ile beraber yeni bir operasyon peşinde olduğunu görüyorduk. Bunu Amerika İngiltere ve İsrail’in birlikte planladığını ve Direnişin merkezi olan Gazze halkı için bir Sina sürgünü ile insansızlaştırma sürecinin başladığını görüyoruz. Üstelik kuzey koridorundaki iki bölgeden Lübnan ve Suriye açısından yine Amerika’nın ve İsrail’in himayesinde bizim ülkelerimiz sınırlarında oluşturulan PKK sözde gövdesi ile aslında bu çatışmayı Türkiye sınırlarına taşıyan bu projenin şahidiyiz.  Hamdolsun Gazze direniş halkı ve Hamas bu oyunu bozdu ve Gazze’nin insansızlaşmasını ve İsrail’in işgalini artırmasına engel olacağını 7 Ekim ile ilan etmiş oldu. Hamas mensuplarının olağan üstü istihbarat becerisi ile bu sürecin İsrail’in elinde patlamasını sağlayarak İsrail’in oyunu bozmuş oldu.

 

 

*Direniş Cephesi sahadaki tanımın ötesine geçti

Hizbullah’tan Ensarullah’a, Suriye’den Irak’a Direniş Cephesinin adımlarını nasıl değerlendiriyorusunuz?

Normal şartlarda aslına bakarsanız İsraili temel anlamda kendine açık tehdit olarak algıladığı bölge ve yapılar var. Lübnan’da da Direniş yapıları var. Müslüman Kardeşler'in Lübnan yapılanması olan Fecr yapısı gibi yapılar var hem de Lübnan hakkının içinden çıkmış gücü Hizbullah var ve yine ifade ettiğiniz gibi bölgedeki Ensarullah hareketi. Aksa Tufanı’ndan önce Direniş Bloğunu İsral’in karşısında yapılandırılmış olarak adlandırabilirsiniz. Ancak geldiğimiz noktada bu mesele tanımın çok ötesine geçti. Bir tarafında sadece İsrail’in olmadığı küresel siyonist cephenin olduğu diğer tarafında da sadece dünya müslümanlarının olmadığı dünya halklarının olduğu sosyolojik tabirle bir dikotemi var etmiş oldu. Dünyada hiç kimse mevcut bu duruma karşı tavırsız ve tarafsız olabilme imkanına sahip değil. Tabii orta uzun vadede artık bu mesele devletleri ilgilendiren devletler liginde konuşulması gereken küresel bir meseleye dönmüş durumda. Fakat şunun hakkını vermek gerekiyor: gerçekten bölgede İsrail'in işgalci tutumuna karşı nitelikli odağını sağlam oluşturmuş, mukavemetini sağlam oluşturmuş ve ümmetin gerçekten beklenti içerisinde olduğu Direniş hareketlerinin olduğu gerçeğini de atlamamak gerekiyor ama meselenin gövde olarak artık devletler liginde bir mesele olduğunu küresel ligde bir mesele olduğunu da ifade etmemiz gerekiyor.

*Vahdetin en güçlü somut desteği Filistin’dir

Açıklamalarınıza binaen sahadaki Direniş Cephesinin diğer yandan içeride bir vahdet zemini oluşturduğunu söyleyebilir miyiz?

Şöyle düşünelim bir durağan suya taş atmak gibi. İçeriden dışarıya halkalar halinde açılım olur. Burada özellikle Filistin meselesi dününden bugüne ortak bir şuur meselesi olarak dünya Müslümanlarının birlikteliği vahdeti konuştuklarında bu vahdetin ve birlikteliğin bir samimiyet testi olarak önümüzde duruyor. Birlik ama nasıl birlik; vahdet ama nasıl bir vahdet. Vahdet ama ne için bir vahdet. Vahdetin İslam kardeşliğinin birlikte olmanın birlikte büyümenin ya da birlikte yok olmanın en güçlü en somut testi Filistin meselesidir. Eğer Filistin meselesi Müslümanları bir araya getirebilir ise o zaman vahdet dediğiniz şey ete kemiğe bürünmüş olur ve gerçekleşir. Eğer Filistin dediğiniz şey bir araya getiremiyorsa sizi inanın hiçbir şey bir araya getiremez

*Hemen şimdi tüm renkleriyle beraber Müslümanların vahdeti gerçekleşmeli

Bildiğiniz gibi Aksa Tufanı’ndan sadece bir gün sonra Hizbullah Filistin direnişine desteğini ilan etti. İşgal rejimi İsrail Filistin için son derece önemli bir isim olan Hizbullah Genel Sekreteri Şehit Hasan Nasrallah’ı şehit etti. Bu şehadetin bölgeye yansımaları nasıl olur?

Bölgede hudut yakınlığı sebebiyle ve doğal olarak İsrail'in tehdidine muhatap olmaları münasebetiyle Lübnan halkı ile Filistin halkı arasında bir yakınlığın bir ünsiyetin olması çok doğal. Hizbullah özellikle 33 gün savaşlarıyla daha önce bölgedeki işgalci güçleri Lübnan'dan kovmasıyla beraber önce kendi coğrafyasından başlayarak arkasından İslam toplumlarında ve dünya halklarında bir saygınlık elde etti. 33 gün savaşlarında biz gerçekten bölgede yapılan insani yardım faaliyetleri ve temaslar esnasında Hizbullah'ın savaş kültürü ve mücadelesi açısından da o sınırı aşarak bölgeyi işgale yeltenen İsrail'i nasıl bir yenilgiye uğrattığını ve güçlü organizasyon becerisini gördük. Hizbullah’ın sınır bölgesinde yaşayan ve şeker hastası olan bir teyzenin günlük kullanacağı ilaçlarını dahi planladığı bir organizasyon gördüklerini arkadaşlar anlatmıştı. Gerçekten Türkiye'de bunu hayranlıkla müzakere ettiğimizi hatırlıyorum. Yakın bir zamanda bir vahdet göstergesi olarak Lübnan İhvan'ın önemli yöneticileriyle Türkiye'de bir araya gelme fırsatı bulmuştuk ve kendilerine bağlı askeri ünitelerin askeri birliklerin Hizbullah ile ortak bir mücadele stratejisinde buluştuklarını ve Hizbullah'ın sahadaki güçlü askeri kapasitesine yaklaşık 7.500 kadar savaşçılarıyla destek verdiklerini kendilerinden duymuştuk. Bunu biz gerçekten bir model olarak çok önemsiyoruz çok değerli buluyoruz. Bu savaşta bugün hemen şimdi bütün renklerimizle beraber bir vicdan cephesini Müslümanlar olarak dizayn edemezsek Lübnan'dan başlayarak arkasından Suriye, arkasından Türkiye topraklarının bir tehlike içerisine girdiği, Kıbrıs’ın dahi tartışıldığı bir sürece doğru sürükleneceğimizden artık hiç şüphemiz yok. Bu sebeple biz çok geniş bir zeminde güçlü bir vahdetin anlamını önemsiyoruz. Bu sebeple rahmetli Nasrallah başta olmak üzere bu mücadelede toprağa düşen kanını veren canını veren herkesi saygıyla selamlıyoruz.

*İşgal rejimine cevap vermek İran’ın en tabii hakkı 

Sizin de belirttiğiniz gibi İran bu savaşın bir hak batıl savaşı olduğunu belirterek İsrail’i sonuncusu 1 Ekim’de olmak üzere iki kez Sadık Vaad operasyonu ile doğrudan hedef aldı. Sadık Vaad operasyonlarının bölgeye yansımasının nasıl olacağını düşünüyorsunuz?

Türkiye'den baktığımızda Sayın Reisi’nin vefat sürecini, Kasım Süleymani'nin Amerika tarafından katledilmesi sürecini aslında dikkatle izledik. Bu sürecin arkasında Siyonizm'in çabasının olduğu çok aşikar bir şekilde biliniyor gözüküyor. Bu konudaki tavrın esaslı cevabın hem Kasım Süleymani’ye yönelik yapılan saldırıda hem Şam'da İran askeri elitlerine yönelik doğrudan toprakları olarak sayılan Büyükelçiliği'ne yapılan saldırı ve diğer saldırılarda beklentimiz daha güçlü daha etkili bir stratejik operasyondu. Bu anlamda uzunca bir süredir bu son yapılan operasyonu birçok dünya müslümanlarının beklediği gibi bizde bekledik.  Hem cevabın şekli hem cevabın hukuki bir zemine oturtulması ki en son Birleşmiş Milletler de ben İran diplomatlarının bu meseleyle ilgili konuşmalarını izledim, bunun İran'ın en tabii bir hakkı olduğunu ve bizim açımızdan gecikmiş bir hak olduğunu ve Allah'tan bunun hayırlı neticelere vesile olmasını ifade ederek cevaplayabilirim Yani gecikmiş bir cevaptı bu cevabın artarak yaygınlaşarak devam etmesi tabii ki muradımız .

*Arz-ı Mev’ud tehlikesi

Peki, Türkiye olası bir durumda fiili olarak müdahale eder mi?

Her ülke kendi angajmanı çerçevesinde tehdit kendine somut olarak yöneldiğinde mutlaka müdahale eder, mutlaka cevabını verir. Zaten Dışişleri Bakanımız, Sayın Cumhurbaşkanımız, Milli Güvenlik Kurulu ve benzeri toplantıların ardından bu konuda çok açık ve net yaklaşımlar ortaya koydular. İsrail'in bölge ülkeleri için bir tehdit oluşturduğunu ifade ettiler. Hepimiz aslında artık bugün Amerika ve İngiltere destekli İsrail'in bu şiddeti nereye kadar sürdürülebileceği konusunda emin değiliz. Yani İsrail ne yapabilir nerede keser nerede sınırlar diyemiyoruz. O sebeple bölgedeki bütün ülkeler yani Mısır'da dahil olmak üzere bölgedeki bütün ülkeler tehdit altındadır. Bu noktada Türkiye'nin siyonistlerin bu Arzı Mev’ut ezoterik düşüncesi çerçevesinde ülkemizin toprakları ve hududu da İsrail'in bu anlamdaki tehditlerine muhataptır. Ama ne Türk toplumu ne Türkiye Cumhuriyeti Devleti İsrail'in bu şımarık tutumuna pabuç bırakacak değildir. Bu konuyla alakalı yeri vakti geldiğinde eğer bu sınırlar aşılırsa uluslararası hukukun bize vermiş olduğu yetkiler ve kurallar çerçevesinde geleneği olan adabı olan tarih olan şuuru ve bilinci olan bir devlet kültürü çerçevesinde tabii ki cevaplar verilir verilecektir.

Sizin de bir sivil toplum kuruluşu lideri olmanız üzerinden bu sorumu yöneltmek istiyorum. Aksa Tufanı yıldönümünde Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının bir organizasyonu olacak mı?

Tabii. Aksa Tufanı’nın gerçekten çok öğretici bir tarafı var. Bu anlamda bizim toplumumuzda müthiş bir şuurlanmaya sebep oldu. Bu sebeple biz Ankara'da ülkemizin başkentinde bu pazar günü yapacağımız  toplantıya 1 milyon kişiyi bekliyoruz. Bir önceki toplantımız Ankara'nın gördüğü en büyük toplantıydı. 200 bini aşkın insanımız geldi ve her renkten insanımız oradaydı.