Laricani Direnişin Anatomisini Anlattı: Hizbullah önemli teçhizatlarını kullanırsa sahne değişir


İslam Devrimi Lideri'nin danışmanı şunları söyledi: Hizbullah henüz önemli ekipmanlarını kullanmadı ve kullanırlarsa bence sahne çok değişecek.

Tesnim Haber Ajansı - İslam Devrimi Lideri'nin danışmanı ve Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi üyesi Ali Laricani, geçtiğimiz hafta Suriye ve Lübnan'a giderek Ayetullah Hamanei'nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri'ye mesajlarını iletti. Bu ziyaret bölgesel ve uluslararası medyada direniş cephesi lehine pek çok geri dönüş aldı, çeşitli analiz ve değerlendirmelere tabi tutuldu.

Khamanei.ir sitesi, Sayın Dr. Laricani ile yaptığı özel röportajda, bağlamları ve olayları, bu geziden elde ettiği saha bulgularını ve bunun bölgenin özel koşullarındaki siyasi, uluslararası ve sahadaki etkilerini aktardı:

İlk soru olarak, gezi öncesi bu gezi oluşana kadar yaşanan arka plan ve sürecin nasıl olduğunu, hazırlıkların neler olduğunu, Suriye ve Lübnan gezisi sonrasında Sayın Cumhurbaşkanımızın görüşünü sormak istiyorum. Beşar Esad, Sayın Nebih Berri ve Lübnan hükümeti, İran'ın Hizbullah'a verdiği desteği ve işgal rejiminin kötülüğünü defetmesini nasıl yorumluyor?

Ali Laricani: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Söyleyelim ki, son gezi için gerekli hazırlıklar ve arka plan konusunda net olan bir şey var, çünkü seyahat ettiğim ve Devrim Lideri'nin mesajını ilettiğim iki ülke, bu önemli çatışmanın ön saflarında yer alan iki ülkedir. Hem Suriye hem de şu anda İsrail tarafından saldırıya uğrayan Lübnan. Dolayısıyla bu ülkedeki dostlarla konuşup İran'ın Lübnan ve Suriye hükümetine ve halkına desteğini ifade etme ihtiyacının olduğu açıktır.

Aslında son dönemde yaşanan olaylar o kadar kapsamlı ki tüm bölgenin güvenliğini etkileyebilecek nitelikte. Yani bugün Hizbullah'ın ve direnişin Lübnan'da yaptığı şey, onun etki alanı sadece Lübnan'da değil, tamamen ulusal güvenliğimizle ilgilidir. Daha doğrusu tüm bölgenin güvenliğiyle ilgili, dolayısıyla bu alandaki hassasiyetin de aynı olması gerekiyor. Devrim Liderinin mesajı bu alanda mutlaka etkili olacaktır ve sonucunu direniş güçlerinin davranışlarında göreceğimizi ve durumun büyük ölçüde değiştiğini göreceğimizi umuyoruz.

Bir sonraki nokta, Hizbullah komutanlarının morali, Şeyh Naim Kasım'ın liderliği ve Şehit Nasrallah'ın kaybından sonra Hizbullah'ın mekanizması ve yapısı meselesinin tartışılmasıdır. Bunu nasıl gördünüz?

Ali Laricani: Bu bağlamda bu dönemi iki kısma ayırmamız gerekiyor; yani çağrı cihazları olayının yaşandığı ay ve ardından Seyyid Hasan Nasrallah'ın şehadeti ve ardından Haşim Safiyuddin’in şehadeti ve bugüne kadar Hizbullah'ın diğer önemli üyelerinin şehadetleri. İlk dönem, örneğin ilk yirmi veya otuz gün ve daha sonraki dönemdi. İlk dönemde bu ciddi bir darbeydi. Üç-dört bin Hizbullah kadrosunun çağrı cihazlarıyla sorun yaşaması ve bu partinin liderlerinin şehit olması çok önemliydi ve bu, Siyonist rejim açısından sözde işlerinin bittiği kanaatinin oluşmasına sebep olan bir dönemdi. Bu, Arap ve Batı ülkelerine işlerini bitirdikleri şeklinde yansıtıldı. İsraillilerin verdiği mesajların bir kısmı da bunda yer alıyordu. Ancak ilk turun bu aralığından sonra durum tamamen değişti. Durum yokuş aşağıydı ama bir kez tırmandı. Bu neden oldu? Olay şöyleydi, inanç açısından güçlü olan direniş güçlerinin de bu şekilde harekete geçmesi bekleniyordu ve ben duydum ki merhum Seyyid Hasan Nasrallah'ın şehadetini duyurdukları gün bu sarsıcıydı ve bu hattın askerlerinin çoğu ağladı ve yas tuttu ama sonra hayatlarının sonuna kadar Lübnan'ı savunmak için yeniden sözleştiler. Seyyid Hasan Nasrallah'ın şehadetinin etkisi de buydu. Netanyahu ve İsrail'in vurup gittiğini ve onları yok ettiğini düşünürken aksine direniş güçleri yeni bir enerji buldu. Yani Aşura günü gibi savaşmaya başladılar. Bu da durumun değişmesine ve tüm kadroların değiştirilmesine neden oldu. Bu gezi sırasında, sabrı,Aşura günü sabrı gibi olan ruhları gördüm; .Yani bunlar hadislerde okuduğumuz türdendi. Nasıl savaştılar ve ideallerinin arkasında duran insanlar nasıldı.

Mesela geçenlerde şehit olan Şehit Muhammed Afifi ile orada buluştuk, yaklaşık bir saat konuştuk. Bana şöyle dedi: "Biz dimdik ayaktayız, biliniz ki biz dimdik ayakta durmaya hazırız. Lübnan'daki hiçbir dostumuz bizim kırıldığımızı düşünmesin. Biz hazırız." Bu bir örnekti. Hizbullah'ın gördüğüm diğer dostlarının birçoğu çok güçlü ve moral dolu bir ruha sahip insanlardı.

Savaşta moral çok önemlidir. Güçlü bir ruha ve geleceğe dair umutlara sahiptirler. Neşeli oldukları, güçlü bir ruha sahip oldukları ve geleceğe umutla baktıkları anlamına gelir. Kazanacakları güvenini veriyordu. Yani bu ruh, bu çalışma gücü, bu eylem cesareti onları kazanan yapacaktır. Bana göre Siyonist rejim burada bir hata yaptı ve bombalamalar ve bu çağrı cihazı olayından sonra diyelim bir veya iki hafta içinde Litani Nehri'ne ulaşacağını varsaydı. 30 gün oldu. Ciddi bir kara hareketliliğine sahip olamıyorlar ve devamlı olarak öldürüyorlar. Hizbullah'ın temel yetenekleri henüz ortaya çıkarılmadı. Halen çok büyük tesisleri var ve kendileri üretip bu tesisleri kuruyorlar. Onlar daha önce bazı mahzenleri vurduklarını söylemişlerdi. Peki vurduysanız ateş nereden geliyor? Mars gezegeninden gelecek değil. Çünkü yapıyorlar, üretiyorlar. Gelecekte Siyonist rejimin bundan çok pişman olacağını düşünüyorum. Elbette biz her zaman Lübnan'ın tamamını ve Lübnan hükümetinin birliğini savunduğumuzu söyledik ve eğer Hizbullah'tan söz edip destekliyorsak bunun nedeni onun Lübnan topraklarını savunmak ve İsrail'in bu tecavüzünü önlemek için güçlü bir kale olmasıdır. Aksi halde Lübnan'ın dostu, Lübnan halkının dostu bir ülke olarak Lübnan'ın tamamına destek veriyoruz ve ateşkesin faydalı olduğunu düşündüğümüzü de her zaman söyledik. Savaşı isteyen onlardı ve kısacası mevcut durumda sıkışıp kaldılar ve Sayın Nebih Berri'nin meseleyi çözmek için yaptığı bu müzakerelerin bir sonuca varmasını umuyoruz.

Seyahatiniz sırasında Siyonist medya, onlara bağlı kuruluşlar ve diğerleri tarafından bir sorun gündeme getirildi: Lübnan'a girdiğinizde siz ve size eşlik eden ekibiniz ciddi bir şekilde arandığı söylendi. Bu doğru mu?

Ali Laricani: Bana göre bu bayağı şakaların bir kısmı bu gezi sırasında, örneğin Suriye'deyken, konuyu değiştirmek, atmosferi değiştirmek amacıyla yapılmıştı. Konuştuğumuz yere yakın bir alanı bombaladılar veya mesela Lübnan'da biz gelmeden önce havaalanının yakınına saldırdılar. Peki bu durumda hangi mesajı göndermek istediler? Mesajlarını verdiklarini söylediler. Peki hangi mesaj? Lübnan semalarında bir yeri vurabilecek gücümüz var demek istediniz, yani vurabileceğinizi zaten biliyorduk ama siz işinizi yapıyordunuz, biz de işimizi yapıyorduk. Bizi de etkilemedi. Mesaj neydi? Bu [bahsettiğiniz konu] da o garip yalanlardan biri, yani tamamen aykırı. Uçaktan indiğimizde büyükelçimiz uçaktaydı ve Hizbullah ve diğerlerinden bazı milletvekilleri de oradaydı. Araba oradaydı, arabaya bindik ve geldik. Yani kimsenin bizi görmesi için salona girmedik. Buluşmak için çok geç olduğu için biraz trafik vardı oradan direkt uçağa geldik.

Analiz edilmesi çok önemli olan bir nokta da diğer Lübnanlı grupların Hizbullah'a bakış açısıdır. Yaşanan olaylar ve rejimin banliyölere ve çevreye yönelik saldırıları sonucunda diğer Lübnanlı grupların Hizbullah'a bakışı değişti mi, değişmedi mi?

Ali Laricani: Açık olmak gerekirse Hizbullah'ın koşullarının biraz zorlaştığı o ilk dönemden biraz değişti, bazı sesler duyuldu ama şimdi öyle değil. Yani çoğu yumuşadı. Hizbullah kalesinin, Lübnan'ın ulusal güvenliğini savunmak için Lübnan'da bir hazine olduğunu anladılar. Örneğin çağrı cihazları operasyonu gibi dört operasyonu vb. ile yok edilecekleri gibi iddalardan daha dirençli olduğunu anladılar. Bakın, çağrıcihazı meselesi çok büyük bir meseleydi, yani kadrosunun gözü yaralanmış, eli yaralanmıştı, bunu sindirebilecek bir örgütün çok güçlü olması gerekir veya bu örgütün liderini vurduklarında bu azımsanacak bir şey değildi. Bu iki olay birbirine yakındı ama bu örgüt akıl, zaka, saha becerisi ve örgütlenmesine siyasi ve ideolojik boyutta gösterilen özen açısından çok büyümüştü. Çok kısa sürede değiştirdiler ve organizasyonları faaliyete geçebilecek şekilde yapılandırıldı. Artık her gün kaç operasyon yaptıklarını görebiliyorsunuz. Yani kendini bulduğu ve ayakta olduğu açıktır. Bu nedenle diğer grupların davranış kalitesi de değişti.

Direnişin mevcut durumunda Suriye'nin ve Sayın Beşar Esad'ın rolünü, bu bilmecede ve bu sahnede nasıl bir konum ve rol oynadıklarını bize açıklar mısınız?

Ali Laricani: Sayın Beşar Esad'ın bölgedeki bilge siyasi liderlerden biri olması ve ya yalnızken ya da Arap ülkeleri onu Arap dünyasında işbirliğine davet ettiğinde uzun yıllar direnişi destekleme politikasını izlemeleri gerçekçi. Diğer yerlerde de direnişi destekleme konusunda her zaman bu güce ve kararlılığa sahip olmuş, Arap ülkelerinin yetenekli ve iyi çalışan az sayıdaki siyasi liderlerinden biridir.

Sayın Beşar Esad ve Sayın Naebih Berri'nin Hz. Ayetullah Hamanei'nin mesajına tepkisi nasıl oldu, bu iki ileri gelenle bir araya gelip konuyu gündeme getirdiğinizde nasıl geri dönüşler aldınız?

Ali Laricani: Her iki ileri gelenin de Devrim Lideri’nin mesajına yönelik tutumu son derece saygılıydı. kendisini bölgenin sorunlarında ve çıkmazlarında yol gösteren bir kişi olarak gördüklerini ve bu nedenle her ikisi de bu mesajlarda bahsedilen noktaların ihtiyacları olan ve dikkat etmeleri gereken konularla aynı olduğu görüşündeydiler. Mesajın bölgeye sempati duyan bir kişiden, bölgeye ileriye dönük bakan ve bölgenin her boyutuna, meselesine yeterince önem veren ve sorunları çözmek isteyen birinden geldiğine inanıyorlardı. Bu nedenle çok hoş karşılandılar.

Özellikle Lübnan'da çeşitli siyasi gruplarla, çeşitli partilerden toplantılar yaptığım görüşmelerde bu iletişimlerin daha yakın iletişimlere dönüşmesi ve analizler sunulmasıyla ilgilendiklerini söylediler. Ayrıca İran'ın Lübnan'la iletişimini artırması ve konuları görüşmesi gerektiği görüşündeydiler. Lübnan'da bulunduğum o saatlerde mümkün olduğunca içeriklerini anlattım, bu da ilginç. Çünkü bu ülkeler İran'la ortak bir kader hissediyorlar ve bu nedenlerle daha yakın görüşmelerde bulunmak, ortak bir duruş sergilemek istiyorlar.

Düşman tek bir fikre çok fazla vurgu yapmaya çalışıyor: İran İslam Cumhuriyeti'nin bölgedeki kaldıraç ve kollarının zayıflaması ve bu kaldıraçların her geçen gün daha da zayıfladığını sürekli farklı şekillerde vurgulamak istiyor. Bu konuya ilişkin analiziniz nedir? Sahada olup bunu orada gören biri olarak bu olay ne kadar doğrudur?

Ali Laricani: Bunu onların tetiklediğine katılıyorum. Yani bunu hem Batılı ülkelere hem de Arap ülkelerine büyük ölçüde aşıladılar. Belki de bu sorunlar Batılı ülkelerin, örneğin İran'ın koşullarının artık zayıfladığını, dolayısıyla çözüm konusunda İran'a biraz baskı uygulamaları gerektiğini düşünmelerine neden olmuştur. Batılı ülkeler nezdinde uyguladıkları bu kararın 33 gün savaşı sonrasında yaptıklarının benzeri olduğunu hatırlıyorum. O dönemde Sayın Kissinger, artık bu bölgesel kriz ortaya çıktığına göre İran'a karşı bir karar çıkaralım dedi. Şimdi Lübnan'da bir kriz var. Nükleer meselemizle ilgili olarak, 33 gün savaşında durum değişince ve aslında Siyonist rejim bu konuda artık ilerleyemeyeceğini anlayınca bir karar vermek istediklerini söylediler. Ateşkese doğru gitti ve İran için bir sorun çıkarmak istedi. O sırada Sayın Solana'nın beni aradığını ve bozguncuların işlerini yaptıkları için çok üzgün olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Dolayısıyla bir algı oluşturulduğuna da katılıyorum. Peki bu algı neden yanlış? Bakın, az önce size Hizbullah'ı anlattım. Bu örgütün liderini vurdular, yardımcısını vurdular, liderliğinin önemli unsurlarından bazılarını vurdular, zaten 3000 personelini yaraladılar. Bu yüzden yeni personelin gelmesi gerekiyordu. Artık sahneye baktığımızda genç bir neslin işe geldiğini, bu gençlerin özelliğinin kendilerine çok güvenen ve cesur olduklarını görüyoruz. Belki cesur kelimesi iyi bir kelime olmayabilir ama aslında cesaret konusunda yenilikçi olma gibi bir özelliğe sahipler ve Lübnan'ı savunmayı kabul ettiler. Bildiğim kadarıyla İsrailliler bu durumda bir orduyu kaybetti. Peki bu hangi kaldıraca çarpmalarının bir sonucuydu? Nereye vurdular. Kaldıraca ve kola ihtiyacımız yok. Direniş güçleri diyorlar; Direniş kuvveti nedir? Yani bölgedeki güçler bunların baskı ve zulümlerine isyan etti. Bu Irak'ta direniş gücü yoktu, oraya gelip Irak'ı kendi devletimiz yapmak istiyoruz dediler, halka şiddet uyguladılar. İnsanlar isyan etti, direniş gücü hazırladı. Elbette Müslümanlara yönelik her türlü sert davranışı protesto ediyoruz.

Ya da Yemen'de Husiler vardı ama direniş gücü böyle değildi. Neden ortaya çıktı? Biz mi yarattık? Hayır. Kendilerini yarattılar. Arabistan gelip sürekli orayı uruyordu. Direnmekten başka çarelerinin olmadığını gördüler. Dolayısıyla Yemen'in direniş gücü haline geldiler. Filistin'de de aynı şekilde. Bunlar ortadan kaybolmuyor. Mesela Gazze'de; Orada 50.000 kişi öldürüldüğünde her genç, kardeşini, kız kardeşini, babasını veya annesini öldürdüğünü hissediyor. Bu hala durmuyor. Kendinizi onun yerine koyun. Ya da toprağının gasp edildiğini, yok edildiğini, yaşayamayacağını, kardeşlerinin de öldürüldüğünü hisseden Filistinli Müslümanın psikolojik durumu nedir? Ömrünün sonuna kadar bu kininden vazgeçmeyecektir. Sayın Sinvar’ın çok sert bir insan olduğunu söylüyorlar. Kim sert yaptı? Sert olduğunu söylemiyorum. Ben alıntı yapıp sert olduğunu söylüyorlar diyorum. Peki onu kim bu kadar sert yaptı? 25 yıldır onu hapsettiniz, Artık kendi ellerinizle binlerce Sinvar yaptınız. Bu kolları güçlendi. Kolun adını söylersem İran hiçbir şey yapmadı. İran yaptıklarınızın yanlış olduğunu, yapmamanız gerektiğini söyledi. Elbette bizim konumumuz hakkın tutumudur. Biz insanların gidişini izleyip tarafsız pozisyon alan bir ülke değiliz. Ama onları kendi ellerinizle güçlendiren sizsiniz. Dolayısıyla ben tam tersini düşünüyorum; Bakın kısa vadede vurdular, doğru, inkar edemeyiz. Ancak Gazze halkını yerinden ettiler ama hikaye bitmedi. Gelecekte ne olacağını görüyorsunuz. Yani siz onlara bu darbeyi vurduğunuzda binlerce insanı ve genci size karşı savaşmaya kararlı hale getirdiniz ve bu bitmeyecek.

33 gün savaşı sırasında Milli Güvenlik Kurulu sekreteri olduğunuzu ve Lübnan davasına müdahil olduğunuzu düşünürsek; O zamanlar elbette daha sonra ilişkileriniz oldu. Sizce 2006'dan bu yana direnişin gidişatında ne gibi net ve anlamlı değişiklikler oldu?

Ali Laricani: İki konu olduğunu söylemek lazım; Biri 33 gün savaşı olayının şimdiki olaya ne kadar benzediği ve ele alınış şekli. Biri, bu arada bölgenin koşullarının nasıl değiştiğidir. 33 gün savaşında da hemen hemen aynı durum yaşandı ama bir değişiklikle; ilk husus, ilk saldırıda bunlar bugünküne benzerdi, yani yaklaşık iki hafta veya on iki gündü, ilk 12-13 günde İsrail'in ivmesi çok yüksekti ve çok fazla cinayet vardı ve toprak bakımından şu ana göre daha fazla ilerlemiş durumdaydılar. Bu arada savaşın durdurulmasına yönelik her tartışmaya Amerikalılar karşı çıkıyordu ve Roma'da İtalya Başbakanı ve diğerlerinin ateşkes önerdiği bir konferans yapıldığını hatırlıyorum. O dönemde Almanya'nın dışişleri bakanı bir kadındı. Bu da geçti ve kazandıklarını, Hizbullah'ın işinin bittiğini sandılar. On iki veya on üç gün geçtikten sonra durum değişti. Bu şartların ardından ateşkes için el sıkıştılar, bir karar hazırlandı. Ondan önce tüm kararları reddettiler. Kendileri için komisyoncu rolü oynayan bu bölgenin dışişleri bakanlarından bazıları, sizden destek almanızı ve bu sorunu bir an önce çözmenizi istemek için düzenli olarak aradılar. Ayağa düştüler. O zaman da yükseliş ve düşüşler böyleydi, şimdi de aynı. Biri bu nokta. Fark yaratan bir nokta daha. Tabii o sırada Sayın Hasan Nasrallah da oradaydı, Şehid Süleymani de oradaydı, çok ilham vericiydiler. Ama bunlar değiştirildi. Sanki bu genç güçlerin birleşip Lübnan'ın korunması için ayağa kalkması için bu cephenin büyük bir şehitliğe ihtiyacı vardı. Yani bu mesele onları yıpratmak, manevi erozyona uğratmak yerine, ruhlarında yeni bir enerji haline geldi. Ve yaptıklarının arkasında durdular. Bazı eksiklikleri olduğu doğrudur ama onlara bu enerjiyi Allah vermiştir, bu da onların bu güçle gerçekten çok iş yapabilecekleri anlamına gelir.

Bir sonraki nokta ise Hizbullah'ın kapasitesinin eskisi ile kıyaslanamayacak durumda olmasıdır. 33 gün savaşında bu kadar operasyonel tecrübeleri yoktu, şimdi tecrübe ve birçok tesis kazandılar. Henüz önemli ekipmanlarını kullanmadılar ve eğer kullanırlarsa sahnenin çok değişeceğini düşünüyorum. Ve belki de ateşkesle ilgilendiklerini daha erken fark ettiler. Değişim ve benzerlik tablosunun şimdilik bu şekilde olduğunu düşünüyorum. Ancak bizimle olan ilişkisi açısından; Batılıların bu kapasite kaldığı ve sizin dediğiniz gibi İran'ın kolu olduklarına göre onlara başka bir yerde mesela karar çıkararak zarar vermek istiyorlar.

Her halükarda olaya mantıksal açıdan bakmalısınız; Peki, bölgede bir anlaşmazlığınız var, konu başka bir konu. Nükleer konusunda neden karar veriyorsunuz? Çünkü orada Sayın Kissinger artık bir karar verin dedi. Yani algınızın şu olduğu açık, burada bir sorun buldunuz ve başka bir yerden misilleme yapmak zorundasınız. Avrupa ülkelerinin ajansta çözüme yönelik yarattığı hareketi bu açıdan görüyorum. Aslında İran'a yönelik bir zarar arayışındalar; Bakın, aynı şekilde devam ettiğimizi varsayarsak, siz karar verdiğinizde İran'ı ekonomik olarak sıkıntıya soktunuz ama İran biraz toparlanmayı başardı. Nükleer güç açısından ilerlediniz mi yoksa İran mı güçlendi? Yeni nükleer teknolojiler buldu ve zenginleştirme oranını %60'ın üzerine çıkardı. Yani başarılı olamadın. Evet; Bize ekonomik zarar verdiniz ama istediğiniz bu değildi; İran'ı nükleer açıdan engellemek istiyordunuz. Sonra sonuç olarak siz gelip bir anlaşmaya varalım dediniz. Anlaştık ama Amerikalılar yine sözlerinden döndüler. Neyse şimdi farklı bir durumdayız. Ancak zenginleştirmeyi genişlettik ve zenginleştirmeyi yüzde 60'ın üzerine çıkardık. İran'ı caydırmaya ilişkin tecrübeniz var ve bunun mümkün olmadığını gördünüz, o zaman önünüzde iki yol daha var; Birincisi, onaylanan JCPOA'ya geri dönün - İran size her zaman geri dönmenizi ve hatanızı çözmenizi söyledi, elbette bir şekilde zararımızı karşılamanız gerekiyor -; Başka bir yol da sorun değil, sizce de öyle değil mi? - Çünkü yeni ABD hükümetinin "JCPOA'yı kesinlikle kabul etmiyoruz çünkü İranlılar başımıza çorap örüyor!" dediğini duydum. Bu özler artık kabul değil, o yüzden yeni konuya geçelim. Siz "Nükleer bir İran'ı kabul ediyoruz Bombaya doğru gitmezse sorun yok’ diyorsunuz. Bu ölçüde zenginleşmemiz var, o halde mutabakata varalım ki, geçmiş tecrübelere göre İran'ın bunun için bir şartı var, biz de bomba üretmeye doğru gitmiyoruz. Ayrıca şartlarımızı da kabul edin. Bir sonraki anlaşmayı yapın. Bu nedenle daha önce yaptığınız yanlış davranışın peşinden gitmenizi önermiyoruz. Ancak bu aynı zamanda bir çözümdür. Bu çözümü kullanalım.

Sayın Doktor, özellikle Lübnan'ın artık rejimin saldırılarının merkezi olması nedeniyle, yolculuk öncesi ve sonrasında Lübnan ülkesiyle ilgili görüşleriniz arasındaki fark neydi? Doğrudan gözlemledikten sonra halkın ruhunu ve aslında Lübnan'ın içini nasıl gördünüz?

Laricani: Şöyle söyleyeyim, ister Sayın Başbakan olsun, ister Meclis Başkanı Sayın Nebih Berri olsun, onu gerçekten ülkesinin meselelerini ve ulusal çıkarlarını korumak isteyen milli bir adam olarak görüyorum. Onlar da bizimle dostlar ve bizim de bir bütün olarak Lübnan hükümetiyle ve başarılı bir Lübnan hükümetiyle ilgilendiğimizi biliyorlar. Siyonist rejimin onlar için yarattığı baskıda da Lübnan halkı mültecilere çok saygılı davrandı. Yani ister Şii, ister Sünni, ister Hıristiyan olsun, evlerinin kapılarını bu yerinden edilmiş insanlara açtılar. Bu çok onur verici bir durum ve yaklaşık 800-900 bin kişinin kendi evlerinde yaşamasına izin verdiler ve bunların bir kısmına okullarda da yardım edilen bir ülkede en iyi milli dayanışmayı gösteriyor. İran'ın nakdi ve etkili yardımının gelmesiyle ilgili olarak Lübnan hükümeti, bunu kolaylaştırmanın bir yolunu bulacaklarını söyledi. Aynı durumu Suriye'de de gördüm Sayın Beşar Esad, halka her birinin bir veya iki aileyi evlerine almasını ve onları misafir olarak görmesini istediğinde, bu 130 bin kişiyi evlerine kabul etmeleri çok şaşırtıcı. Bu ülkeler ve milletler arasında bu dayanışmanın var olması çok kıymetli.

 

Bir sonraki nokta ise Lübnanlı politikacıların kaderleri hakkında çok iyi bir anlayışa sahip olmalarıdır ve haklı olarak da öyledir. Şimdi o ilk olaylarda bazıları bir şeyler söyledi ama şimdi öyle değil. Yaptığım görüşmelerde de -farklı görüşler vardı- Siyonist rejime karşı direnişin gerekliliği konusunda herkes aynı fikirdeydi ve İran'a teşekkür etti. Ayrıca İran'ın Lübnan halkını desteklediği konusunda da anlaştılar. Dolayısıyla Lübnan'da savaş alanı ile cephe gerisindeki halk arasında destek ve topraklarını savunma niyeti açısından bir iç içelik olduğu görülüyor.

Son soruyu, sizin de şahit olduğunuz bakış ile artık ciddileşen ateşkes görüşmeleri ya da ABD'nin Lübnan işlerinden sorumlu özel temsilcisi Hockhtein'ın ziyareti gibi ya da Beyrut ve işgal altındaki topraklara ya da Gazze'deki olaylara şahitliğiniz bağlamında sormak istiyorum. Bütün bunlarla birlikte Lübnan'daki durumun geleceğini nasıl görüyorsunuz? Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, bölgenin bir bütün olarak nereye doğru gittiğini düşünüyorsunuz?

Ali Laricani: Şunu da söyleyeyim ki, Lübnan'da direniş güçleri açısından koşulların çok güçlü olduğunu söylemiştim. Bunlar da kendilerini toparladılar ve ilerliyorlar. Sayın Nebih Berri de ateşkes müzakerelerini takip ediyor. Ayrıca bana konuşmalarının gerçekte nereye vardığını da açıkladılar. Ayrıca bu konunun bir sonuca varacağını umuyordu. Elbette biz de ateşkes arıyoruz ve bu ne kadar erken yapılırsa halk için o kadar iyi olur. Her durumda, tüm savaşlar barışçıl bir şekilde sona ermeli ve ne kadar erken biterse o kadar iyidir, ancak niteliği, ayrıntıları ne olursa olsun, bizim bu meselelerle hiçbir ilgimiz yok ve bizzat Lübnanlı yetkililerin, ister Sayın Nebih Berri, ister arkadaşları, ister Lübnanlı yetkililerin kendisi olsun onlarla ilgili. Hizbullah bu konuları çok dikkatli araştırıyor ve araştırma konusunda çok iyi kapasiteye sahipler. Karar ne olursa olsun Lübnan hükümeti İran tarafından destekleniyor bunu Başbakan'a, Sayın Nebih Berri’ye ve Hizbullah dostlarımıza anlattık. Dolayısıyla ortada çok net bir atmosfer olduğunu ve Hizbullah güçlerinin başarısının görülebileceğini düşünüyorum. Yani zaferlerinin şafağı görülüyor.

Gazze'de ise durum biraz farklı, orada da elbette direniş devam ediyor ve bu da onun yaşadığını gösteriyor. Ama halkın durumu çok zor ve hemen hemen bütün binaları yıktılar, hepsini değil ama hemen hemen hepsini yıktılar. Bu, İsrail'in büyük bir felaket yarattığı anlamına geliyor. Ama orada da durum aynı. Gazze ve Batı Şeria meselesi ile Filistin Müslümanlarının öfkelerini tazelediğini düşünüyorum ve bence bu, Netanyahu'nun yaptığı ve bittiğini düşündüğü büyük bir hataydı. Bu direnci artıracaktır. Ancak bugünkü koşulları çok zor. Bölge genelinde bir ileri bir geri gidiş yaşadık. Mesele şu ki, Siyonist rejimin bu eylemleriyle işin bittiğine dair bir propaganda ortamı yaratıldı. Hatta bölgedeki görece dağınık ülkelerden bazıları bile, Hizbullah'ın sahada ve askeri olarak büyük zarar gördüğünü ve yok edildiğini ancak siyasi olarak Lübnan'da da yok edilmesi gerektiğini söyledi. Kimse bu sözlere inanmıyor. Bu, bu fikri buldukları ilk döneme aittir. Şimdi durum böyle değil. Artık bölgedeki bu ülkeler birçoğu durumun dengelenmesi gerektiğine, İsrail'in sözlerinin doğru olmadığına inanıyorlar, İsrail başarılı olursa kendilerinin de bu bölgede yeri olmadığını anladılar. Bu da onların dokunduğu bir gerçek. Hatta bizimle ciddi siyasi ayrılıkları olan ve geçmişte İsrail'e saygı duyan bazı ülkeler bile bugün İsrail'e izin verirlerse İsrail'in kendilerini çok çabuk yutacağını düşünüyor. Dolayısıyla Hizbullah'ın güçlü kalmasıyla ilgileniyorlar. Gerçi geçmişte bu düşünceye sahip değillerdi. Direniş konusunda tüm bölgenin geçmişe göre farklı bir konuma doğru ilerlediğini düşünüyorum. Elbette hasar gördü, çok sayıda şehit verdik. Ancak onun başarısı bölgenin geleceği açısından önemli bir başarı oldu. Bu kanlar kaynayan bir kan gibi oldu ve bu direniş akışını daha da güçlendirdi.