Bölgedeki Gelişmeler ve Batı'nın İran'ın Zayıflaması İddiasına İlişkin 2 Yanılgısı


Üst düzey Amerikalı yetkililer ve Batılı taraflar, iki yanılgıya dayanarak Batı Asya'da son dönemde yaşanan olayların İran'ın zayıflamasına yol açtığını iddia etmeye çalışıyor.

Tesnim Haber Ajansı - Bölgede son dönemde yaşanan olaylar ışığında Batılı ülkeler ve Siyonist rejimin İran'a karşı takip ettiği önemli medya ve propaganda eksenlerinden biri; Suriye'de Beşar Esad'ın devrilmesi ve Lübnan Hizbullah’ının önde gelen isimlerinin ve komutanlarının şehit edilmesi de dahil olmak üzere direniş hareketine verilen zararla birlikte, Direniş ekseninin zayıfladığı ve bununla birlikte İran’ın da zayıfladığı iddialarını kışkırtmak.

Bu iddialar dün gece Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden'ın görevden ayrılan yönetiminin ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan tarafından ortaya atıldı: "Biden yönetimi, İran'ın zayıf durumda olduğunu göz önünde bulundurarak nükleer silah elde etme yoluna gitmesinden endişe ediyor."

ABD'deki Siyonist rejimin medya ve propaganda lobilerinden biri olan Demokrasiyi Savunma Vakfı düşünce kuruluşu, bu iddiaya darbe vuran bir notta şunları yazdı: "İran sandığımızdan daha zayıf. İstismar etme zamanı geldi."

Batı'nın bölge direnişiyle ilgili yanlış önermesi

Batılı tarafların bu iddialarını basit bir hata haline getiren birçok neden var. Bu görüşün yanlış olmasının en önemli nedenlerinden biri Batılı tarafların Gazze'de Hamas, Lübnan'da Hizbullah, Yemen'de Ensarullah gibi grupları, Haşdi Şabi ve Kataib Hizbullah gibi bazı Iraklı grupları İran'ın "vekil gücü" olarak görmesidir. Onlara yönelik herhangi bir taktiksel saldırının İran'a yönelik bir saldırı ile eşdeğer olduğunu düşünüyorlar.

"Vekil güç" (proxy force) terimi genellikle bir ülke adına o ülkenin bir bölgedeki hedeflerini ilerletmek için hareket eden grup veya kuruluşları ifade eder.

İran İslam Cumhuriyeti'nin böyle bir tanımı kabul etmemesine ve bu grupların İran'la ortak çıkarları olan bağımsız aktörler olduğunu ve taraflar arasında doğal bir hedef olan işgale ve terörizme karşı olmaktan gelen çıkarların uyumu ve paylaşımı olduğunu, tabii Tahran'ın desteğine sahip olduklarının altını çizerek anlatıyor.

İlginç olan nokta, Amerika ve Siyonist rejimin, Aksa Tufanı operasyonu sonrasında direniş gruplarının kararlarının Tahran'dan bağımsız olarak alındığını defalarca itiraf etmesidir.

Örneğin ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, 20 Kasım'da düzenlediği basın toplantısında, Yemen'deki Ensarullah'ın İran'ın "ortağı" olduğunu ancak İran'a bağlı bir grup olmadığını itiraf etti.

Bu itiraflar bir kenara, direniş gruplarının vekil olduğu iddiasını reddederken, Filistin, Lübnan ve Irak'taki bu direniş gruplarının birçoğunun ülkelerin işgaline karşı İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşundan çok önce ve halkın meşru savunması doğrultusunda oluşturulduğunu vurgulamak gerekir.

Dolayısıyla Batılı tarafların ilk yanılgısı ve hatası, İran İslam Cumhuriyeti'ni ve direniş gruplarını tek bir vücut olarak görmeleri ve ona yönelik her türlü taktiksel saldırıyı İran'ın zayıflaması olarak görmeleridir.

Direniş; Fıtri ve insani özgünlük

İkinci yanılgıları ise direnişi doğal ve fıtri bir tarihsel akış olarak değil, maddi olanaklara bağlı olarak inşa edilmiş bir proje olarak değerlendirip, bu akışın komutanların şehadetiyle ya da zora başvurmasıyla zayıflatılacağını düşünmeleridir.

Direnenler açısından ise direniş, insan özgünlüğünden uzak olmayan sağlıklı bir toplumun mantıksal tepkisidir. Zulmü kabul etmek insanın doğal özellikleriyle bağdaşmaz ve insan doğal olarak zulmü kabul etme isteği duymaz ve direniş yolunu seçer.

Baskı ve zora başvurma, direnişin doğal akışını zayıflatamadığı gibi onu güçlendirir ve ona karşı durma iradesini de artırır. Eğer durum böyle olmasaydı, Amerikalılar Gazze'deki askeri eylemlerin sadece Hamas'ı yok etmekle kalmayıp aynı zamanda bu gruba üye kazanmayı da kolaylaştıracağı konusunda İsrail'i düzenli olarak uyarmazlardı.

Ayrıca 7 Ekim'deki Aksa Tufanı operasyonu ve Filistinlilere karşı çeşitli insani felaketlerin yaşanmasına yol açan Gazze savaşının başlamasından sonra Filistin davasına verilen desteğin artması ve yine birçok Amerikan üniversitesine yansıması anlamlı değil mi?İsrail'in Gazze'de işlediği suçların ana destekçisi olan bir ülkede bu olayın yaşanması, incelenmesi gereken çok önemli bir konudur.

Bir bakıma bu gösteriler, zulme karşı direnişin fıtri bir şey olduğunun göstergesi olarak görülebilmekte, hatta "kötülüğün bayağılaşması" yönünde yaygın propagandaya maruz kalan toplumlarda bile fıtri çağrıların tamamen sönmediğini ve bir noktada kaybolsalar bile eninde sonunda ön plana çıktıklarını göstermektedir.